FutbolHaber

Oyun dedik futbolu oyuncak sandılar

Ankaraspor-Galatasaray maçında kameralar ara sıra protokol tribününü gösterdi. Şu veya bu şekilde birer kulübün başına çöreklenmiş futbol muktedirleri ön sıradaydı.

Kaykılmış, aşağıdaki maçı izliyorlardı. Bir anda Eski Roma’daki arenalar geldi aklıma. Ve aşağıda dövüşen gladyatörleri izleyen imparatorun locası…

Eski Roma’dan 1936 Berlin Olimpiyatları’na, oradan Orta Anadolu bozkırında Yenikent Asaş Stadı’na… Ayrıntılar ve renkler değişiyor ama esas şekil aynı…

Roma imparatorlarına ayıp oluyor Sonra Eski Roma’ya haksızlık ettiğimi düşündüm. O Roma ki, karayolları ve suyollarıyla, ondalık sayı sistemiyle bugün uygarlık dediğimiz şeyin temelini atmıştı. O ‘Rum Kayzerleri’ ki, telefonun, internetin olmadığı bir zamanda karmaşık bir örgütlenmeye ve çağa özgü bir demokrasiye dayandırıyorlardı iktidarlarını…

Bizdekilerinki ise derme çatma ve ‘İlkesiz ilişkiler’ üzerinde yükselen türedi bir iktidar.

Çarıklı bir hanedan. Şimdi hazırdan ele geçirdikleri bir mevkiyi basamak yaparak 100 yıllık kulüplere de sıçratıyorlar hanedanlarının bir ayağını… O kulüplerin sahipleri olsalar haydi neyse; sevap da günah da onların boynuna olurdu. Beyler sonsuz yetkili, sıfır sorumlu. Harcadıkları kendi paraları değil, belediyenin parası… Ya da belediyeye iş yapanlara kesilen salmalar…

Devlet iktidarından futbola sıçrayanları çok gördük yakın tarihte.

İttihat ve Terakki cuntasından Talat Paşa, Nazizmin öncülü Turancılıktan esinlenerek Altınordu adında bir kulüp kuruyor ve ülke savaşlardan kırılırken bu takımda oynayanlara askerliklerini İstanbul’da yapma ayrıcalığı tanıyordu.

1930’larda her alanda üstün Türk ırkı örnekleri yaratmaya takmış Tek Parti Yönetimi, İstanbul kulüplerinden emirle topladığı futbolcularla Ateş Güneş kulübünü kuruyor ve görülmemiş averaj hesaplarıyla bu takımı şampiyon ilan ediyordu… Sonraları Milli Şef İnönü futbolu ‘aşağılık ve yozlaştırıcı bir eğlence’ ilan edecekti.

Ne garip ki, Times gazetesinin dünyanın en güzel dördüncü stadı seçtiği Dolmabahçe Stadı hâlâ o İnönü’nün adını taşıyor!
Sonra seçim yatırımı olarak atılmış ama orada unutulmuş fabrika temelleri gibi her kasabada kurulan futbol kulüpleri geldi.
Her biri bir politikacının himayesinde.

Ve nihayet 12 Eylül Generalleri, “Ankara’dan birinci ligde takım yok, Ankaragücü Türkiye Kupası’nı kazanıp birinci lige alınsın” emrini verdiler. Kupa finalinde Boluspor hakem kararlarıyla katledildi ve Ankaragücü 1. Lig’e çıkartıldı.

Arkasından ‘bizimkiler yaptıysa oldu’ dönemi açıldı.

Adanaspor ile İstanbulspor aynı grup tarafından satın alındı ve yönetildi… Keyfi kaçınca sahipleri bu kulüpleri ortada bıraktılar. O zamandan bu yana bu köklü kulüpler bir türlü kendine gelemiyor.

Süper Lig’e çıkınca bir gecede Erciyesspor’un adı ve renkleri değiştirildi; Kayserispor oldu.

2. Lig’deki Kayserispor da Erciyesspor. Erciyesspor Süper Lig’e çıkar çıkmaz, Birinci Lig’e düştü anlayacağınız.

Sonra, Gençlerbirliği’nin pilot takımı olduğu ve aynı kişiler tarafından yönetildiği biline biline OFTAŞ (ve sonra Hacettepe) Gençler ile aynı ligde oynatıldı iki sezon. ‘Ağbi takım’, ‘kardeş takım’ esprileri yapıldı kaygısızca.

Federasyon da, ‘sezon sonuna doğru oynarlarsa şike yaparlar’ diye bu takımların maçlarına ilk haftalara aldı. Böylece koskoca kulüpler ve onlarca teknik adam ile futbolcu ‘potansiyel şikeci’ ilan edildi.

Şimdi Gökçek hanedanı belediye kaynaklarıyla yarattığı Ankaraspor oyuncağından bıkmış olmalı ki, tarihi ve taraftarı olan Ankaragücü’ne el atmış bulunuyor… Ligin geriye kalan birkaç çivisinden biri de böylece çıkmış oluyor.

Gladyatörlere ayıp oluyor

Ankaraspor-Galatasaray maçının ardından konuşan Ankarasporlu futbolcular, “Yönetim seni Ankaragücü’ne verecek mi?” sorusuna, “Ben bilmem, büyüklerimiz bilir, ben futboluma bakarım” gibisinden cevaplar verdiler mecburen. Bir an aklıma Eski Roma’da arenaya salınan gladyatörler geldi.

Hemen ardından gladyatörlere haksızlık yaptığımı düşündüm. O dövüşçüler kazandıklarında yaşayacaklarını, kaybettiklerinde öleceklerini biliyorlardı. Kural kesin ve her köle için geçerli bir kuraldı. Kuralına göre yapılıyordu arenadaki oyunlar yani… Bu bilinç yüzündendir ki o arenalardan bir köle isyanı, bir ‘Spartaküs Efsanesi’ doğacaktı.

Bizim futbolcular köle olduklarının bile farkında değil ve ben yine de onların yerine koyuyorum kendimi daha çok. Onları anlamaya çalışıyorum.

Tamam, İttihat ve Terakki ırkçılığı, o ana kadar aynı formayı terletmiş Rum, Ermeni, Müslüman birçok ‘takım arkadaşını’ birbirinden koparmıştı. Ya Altınordu’da oynayanlar, arkadaşları cephelerde kırılırken İstanbul’da bulunma ayrıcalığının utancıyla nasıl yaşamışlardı?

Devlet zoruyla takım değiştiren ve devlet kararıyla şampiyon ilan edilen Ateş-Güneşli futbolcular bunu çocuklarına övünerek anlatabilmiş miydi?

12 Eylül generallerinin emriyle küme çıkarılan Ankaragücü takımının kadrosunda kimler vardı? İç huzuruyla bu karara sevinmişler miydi? Boluspor’un golleri sayılmazken rakip takımdaki arkadaşları için üzülmüşler miydi yoksa?

Adanasporlular, İstanbulsporlular, Erciyessporlular, Kayserisporlular kendilerine potansiyel şikeci gözüyle bakılmasından rahatsız olmuşlar mıydı?

Ve şimdi Ankarasporlular, Ankaragüçlüler aynı rahatsızlığı bir sezon boyu hissetmeyecek mi?

Dilenci dedik, mazoşist olduk Tepede çarıklı hanedanların sefahat günleri yaşanırken, sistemin bütün çarpıklığı
sahaya çıkıp ekmek parası için top koşturmaktan başka kaygısı olmaması gereken futbolcuların sırtına yükleniyor. Ve oynanacak her maçın üzerine gölge düşüyor.

Alttaki kulüplerin hali içler acısı… Sakarya-spor ve Kocaelispor kulüplerinin, lisans parası yatıramadıkları için yeni futbolcularını oynatamadıklarını okudum. Eski futbolcular alacaklarını alamıyor, yeniler de lisans olmadığı için işlerini yapamıyor.
Ekranlarda ‘biiiizz’ diye kuru sıkı üfüren bir reklam var ya, işte ‘biiiizz’ aslında buyuz.

Bu ortamda, futbolla ilgilendiği ve futbol üzerine yazdığı için insanın kendine lanet edesi geliyor… Futbol dilencisi diye yola çıktık, futbol mazoşisti olduk.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu