Geçen haftaki yazısında Tanıl Bora aktarıyordu. Polonyalı bir taraftar grubu, Brezilyalı golcü Roger Guerreiro’nun milli yapılmasını ‘Roger, sen asla bir Polonyalı olamayacaksın’ pankartı açarak protesto etmiş.
Guerreiro’nun oynadığı Legia’nın taraftarları ise karşı atağa geçmiş. Pek hoşlaşmadıkları Polonyalı forvetleri Grzelak’e hitaben, ‘Grzelak, sen asla bir Brezilyalı olamayacaksın’ pankartı açmış. Elhak doğru; herkes şu bu milliyetten olabilir ama Brezilyalı gibi oynayamaz.
Bu slogan beni Old Trafford’a götürdü.
Manchester United, ayağa pas yapıp rakibe top göstermediğinde tribünlerden şu tezahürat yükselir: “Ayağa kalkın alkışlayın, sahada Brezilya oynuyor…” Manchester United’ı olmasa bile İngiltere futbolunun sevmemin
sayısız nedeninden biri de bu işte. Güzel, estetik ve hatta erotik futbola olan saygı! Güzel futbol karşısında milli önyargıların önemi kalmıyor.
Aheste çıkarsan atağa
Pekiyi adı ‘güzel futbol’la özdeşleşen Brezilya bu unvana ne kadar layık oluyor? Brezilya, Brezilya gibi oynuyor mu? Son on-on beş yıldır Brezilya’da futbol okulu hocalarının, “Dünya artık bizden top cambazları değil, yapılı savunmacılar istiyor” dediğine tanık oluyoruz. Dönüm noktası olarak 1994 ABD Dünya Kupası gösterilebilir. Dünya Kupası’nın 0-0 biten tek finalinde kupayı penaltılarla kazanmışlardı. Samba değil beton savunma yapmışlardı o oyun tarzları ‘çirkin futbol’ kupası olarak geçmişti tarihe. Hocaları Parreira, kilit oyuncuları ise Parreira’nın savunma önüne çaktığı Dunga’ydı.
O Parreira bir Doğu Alman teknik direktör edasıyla oyuncuları bile hep aynı dakikada değiştirerek Brezilya futbol tarihine bu kez 2006 Dünya Kupası yavanlığını armağan edecekti.
Konfederasyon Kupası’nı kazanan takımın başında ise tarihin en başarılı ‘ön liberosu’ Dunga vardı. Maçlar boyunca dörtlü savunmanın önüne iki defansif orta alan oyuncusunu, Gilberto Silva ve Melo’yu çaktı Dunga. Ancak bu altı kişilik savunma çok hızlı çıkan Mısır’dan 3 gol yemekten kurtulamadı. ABD de dört hızlı atağından ikisinde gol buldu. Sonra atak yapmayı unutunca kupayı Brezilya’ya teslim etti Amerikalılar.
Atakta ise Robinho, Kaka ve Fabiano gibi yaratıcı kozları olmasına karşın, gol olasılığını daha çok karşı kaleyi ablukaya alma şansına bıraktı Brezilya. Bunu da en kolay yoldan duran toplarda sağladılar. Hızlı atak yapamadılar. Çünkü atak için Melo ve Gilberto’nun rahvan biçimde karşı alana geçmesini beklediler. Olağanüstü bekleri Maicon, Alves ve Santos’un çabaları dışında hızlı atak üretemediler. 6-4 gibi bölünen ve orta alanı iki ağır defansif orta alan oyuncusuna bırakan bu sistemde zor gözüküyor.
Boşuna arama
Pekiyi orta alanda, ileri-geri dikine oynayan, hem güçlü hem yaratıcı en az üç oyuncu bulunduran İspanya, Konfederasyon Kupası’ndan neden elendi? ABD maçını bir kaza sayıp geçerseniz sorun yok. Ancak, Konfederasyon Kupası’nın en güzel maçı olan üçüncülük karşılaşmasında GAC karşısında da aynı akıbete uğruyordu neredeyse Avrupa Şampiyonu.
Demek ki her güzelin bir kusuru var. Bizde üst üste üç pasa fazla rastlanmadığı için İspanya’nın ve onun lig versiyonu Barcelona’nın pas maharetine övgüler düzüp duruyoruz. Ancak çok ve isabetli pas yapmanın tek başına bir anlamı yok. Oyunun inisiyatifini ele geç irmenize yarıyor tabii. Ama o kadar. Sonuca gitmek için topu hızlandırmanız ve etkin yere pas atmanız gerek. Şampiyonlar Ligi finalinde önce pas yaparak oyunun dümeninin ele geçirdi Barcelona. Ancak gollere bakın. Hepsi üç pasta atıldı. İlk golde Carrick uzaklaştıramadı. Iniesta dokundu, Messi ona geri verdi, Iniesta hızlı girip ataya bıraktı, Eto’o ve gol… İkinci golde top Giggs’den döndü, Xavi hızla sürüp arkaya kesti, Messi beş adım atarak basketteki ‘alley-oop’ gibi topu kaleye bastı.
ABD karşısında ise İspanya her zamanki gibi orta alanda çok pas yaptı. ABD buna izin verdi. Altı pas önünden başlayan üçlü kademelerle alan daralttı. Gol atma telaşındaki İspanyol forvetler çok ileride kaldılar, savunma içinde kayboldular. Son toplar ya gelişigüzel ya da verimsiz kullanıldı. İleri çıkan savunmacılar da hızlı geri dönemeyince golleri yediler…
Bazen kale önüne fazla yığılmak rakibin tuzağına düşmek anlamına da gelebiliyor.
Savunursan da gel
Pekiyi, savunma futbolunun güzel futbola üstün geldiğini söyleyip bu acı gerçeği kabullenecek miyiz? Paniğe gerek yok. Konfederasyon Kupası öncesinde basketbold a iki muhteşem final serisi izledik; biri Eurolig ‘Final Four’u, öteki NBA finalleri… Basketbolun ileri noktaları bunlar. Artık oyunun her anında savunma ve atağı birlikte ele alacaksınız. Oyuncularınız hem teknik hem de fizikli olacak. Bir saniyeniz de boşa geçmeyecek.
Futbolda da artık savunma işlevi gittikçe ileri hatlara, meselâ uçtaki golcüye kadar uzarken, atak işlevi gittikçe geriye, mesela kaleciye kadar çekiliyor. Ne kadar hızlı ve sağlam oynadığınız önemli. Bu bağlamda baskette Eurolig ve NBA arasındaki bir farktan bile söz edilebilir. Ben NBA maçlarını banda alıp sonra boş anları hızlı geçerek izledim. Böyle izleyince 48 dakikadan önce bitirdiğim maçlar oldu. Neden? Çünkü kişisel yaratıcılığa daha çok yaslanan NBA basketbol und a top karşı Alana taşınırken bir 10 saniye boşa geçiyor. Bu sürede bir şey olmuyor. Oysa Avrupa basketbolunda oyun giderek kendi dip çizginizden başlıyor, karşı dip çizgide bitiyor. Oyun sahanın her santimetrekaresinde cereyan ediyor ve bütün takım oyunun içinde.
Takım dengesi, savunma-atak bütünlüğü açısından bakıldığında 2004 Avrupa Şampiyonu Yunanistan’a haksızlık yaptığımı düşünürüm hep. O takım savunmada nefes aldırmayan, atağa da çok etkin çıkan bir takımdı. Bu bakımdan ABD takımının oynadığı futbolu da sevdim. Sadece ‘bizim Fulham’lı Clint Dempsey oynadığı için değil yani ABD takımına sempatim.
Brezilya’dan daha çok takım halinde savunma ve takım halinde atak yapan GAC’nin çabasına da hayran oldum… Anglosaksonların deyimiyle müthiş ‘solid’, yani sert, katı ve sağlam ama aynı zamanda çok ‘fluid’, yani akışak, hızlı ve dikine oynayan Mısır’ı da takdir ettim. Boşuna Afrika Kupası’nı arka arkaya kazanmadılar.
Bir tatlı huzur
Pekiyi neden bir yandan yazılarımın geç basılıp bayatlamasından şikâyet ediyorum, bir yandan da geride kalmış, bayatlamış kupalardan söz ediyorum? Valla, ileriye gitmek için geriye bakmakta yarar var. Mustafa Denizli geçen sezon bir soluk getirdi. Şimdi kulübelerimizde Rijkaard diye biri olacak. Rahat bırakırlarsa, biz de futbolun güncel sorunlarını kendi sahalarımızda tartışırız inşallah.