FutbolTransfer

Futbol 1 Mayıs a Yine Sendikasız Giriyorlar

Bugün 1 Mayıs 2008… Chicago’daki işçilerin, 1886 yılında yaktığı meşalenin bugün tam 122. yılı. Hiç de kısa sayılmayacak bu sürede, her meslek kendi örgütlülüğünü yaratırken ilgi alanımız gereği bizde sporcu sendikalarını mercek altına aldık.

Ne yazık ki, ülkemizde olmayan, daha doğrusu 1980 darbesiyle faaliyetine son verilen Futbol-İş sendikasından bu yana, spor emekçilerinin bu konuya ilişkin pek çaba göstermediği acı bir gerçek. Kuzey / Güney Amerika’dan Avrupa’ya, Asya’dan Afrika’ya kadar uzanan geniş coğrafyada her spor dalında örgütlenen sporcular varken, Türkiye’de bu yapının kurulamamasının birçok sebebi mevcut.

Bir kere toplumun spora ve sporcuya bakışı “ofsayt”. Sporu yaşam biçimi olarak hazmetmeyen, sadece eğlence ve bahis arasına sıkıştıran bu mantık, “emek” şekline dönüşmedikçe yapılabilecek pek de bir şey kalmıyor. Bu sakat mantığa, sporcuların kendileri de ayak uydurduğundan, arzuladığımız sendikaları bir türlü göremiyoruz.

Ekstra yetenekleri olan bu insanların bir kısmı milyonlarca dolar kazanabilirken, büyük bir çoğunluğunun makul ücretlerle çalıştığını unutmamak lâzım. Ancak hepsinin ortak bir özelliği var ki; oda spor emekçisi olmaları. Her ne kadar “zengin, popüler ve medyatik” olarak bilinseler de, aslında bu insanların hepsi “işçi” ve korunup, geliştirilmesi gereken hakları var. Çünkü iş sadece sporcularla bitmiyor. Sporcuların yanı sıra, teknik kadro, hakemler, spor yorumcuları, tesislerde çalışan görevliler ve hatta malzemecisinden şoförüne kadar uzayan bu listedeki insanların hepsi, dönem dönem işverenleri tarafından hak gasplarına uğramakta.

Sezon ortası, Beşiktaş Kulübünün yaptığı Filip Holosko transferi esnasında, sözleşmesi süren Koray Avcı ve Burak Yılmaz’ın, adeta köle ticaretinden kalma yöntemlerle Vestel Manisaspor’a sürgün edilmeleri, sendikasızlığın Beşiktaş’a verdiği cesaretten başka bir şey değildi. Keza, Galatasaray’ın 11 yıldan beri PAF takımını çalıştıran emekçilerinden Zafer Koç’u keyfekeder kovması da benzer bir durumdur. Örnekleri saymakla bitiremeyiz. Yakın zamanda Denizlispor oyuncularının yaşadıklarını hatırlayın. Maaşlarını ve transfer taksitlerini alamadıkları için antrenmanları boykot eden futbolcular, kulüpleri tarafından neredeyse vatan haini ilan ediliyordu.

Sendikalı olmanın getirdiği avantajları sadece işveren/işçi diyaloguna indirgemek konuyu fazlasıyla hafife almak olur. Zira, çalışma hayatının birbirine eklemlenen yüzlerce halkası var. Emeklilik bunlardan sadece birisi. Süresi ne olursa olsun, aktif sporculuk dönemlerinin, sosyal güvenlik çerçevesinde değerlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca o dönemde yaşanan kalıcı sakatlık ve ölümler de, malûlen emeklilik ya da ölüm tazminatları gibi koruyucu maddelerle desteklenmeli.

Yurtdışında, özellikle ABD ve Avrupa ülkelerinin sporcuları, haklarını koruyup, geliştirmek adına uzun yıllardır mücadele içindeler.

Kurulan ilk sporcu sendikası, tıpkı 1 Mayıs’ı tarihe kazandırdıkları gibi yine Amerikalıların eseri olmuş. 1885 yılında kurulan bu sendikanın ismi Amerikan Beysbol Oyuncuları Sendikasıdır (National Brotherhood of Professional Baseball Players). Bugün Amerika’da Beysbol, Amerikan Futbolu, Basketbol ve Buz Hokeyi sporcuları tamamen örgütlü bir çatı altındalar. Zaman zaman, gayet agresif eylemlerle (iş yavaşlatma ve genel grev) öne çıkan bu sendikalar, üyelerinin hem yaşam standartlarını yükseltiyor, hem de olası hak ihlallerinin önüne geçiyor.

Avrupa’da da durum pek farklı değil. Kıtamızda kurulan ilk sendika, doğal olarak futbolun beşiği sayılan İngiltere’ye nasip olmuş. 1907 senesinde PFA (Professional Footballer’s Association) adıyla kurulan İngiltere Profesyonel Futbolcular Sendikası, Amerika’daki sendikalar kadar radikal davranmasa da, oyuncuların sosyal hakları ve aktif sporculuk sonrası yaşamlarını garantiye alacak iyileştirmeler konusunda çok yol kat etmiş durumdalar. Ve tabii ki; futbolcu sendikalarını aynı çatı altında toplayan Uluslararası Futbolcular Birliği FIFPro”yu da unutmamak lazım. Dünyanın her bölgesinden ülkeler buraya üye olmuşken, Türkiye’nin bırakın üye olmayı, kendi sporcu sendikasının olmayışı bile başlı başına bir ayıptır.

Kapitalizmin, emekçiler üzerindeki artan baskını önlemenin birinci adımı örgütlü olmaksa eğer, sendika bunun vazgeçilmez unsuru. Her ne kadar Türkiye’deki mevzuatlar, sporcuların sendika kurmalarına uygun görülmüyor gibi olsa da, gerçek bu değil. Kaldı ki; anayasanın 90. maddesine 2004 yılında eklenen bir hüküm, uluslararası insan hakları sözleşmeleri ile ulusal yasalar arasında bir uyumsuzluk olması durumunda, uluslararası sözleşmelerin geçerli olacağı açıkça hükme bağlanmıştır. Tek yapılması gereken, spor işçilerinin bir araya gelip, kendilerine uygun bir işkoluna (17 no’lu ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar işkolu ya da 25 no’lu konaklama ve eğlence yerleri işkolu) yasal müracaat etmeleri.

Sonuçta, dünya işçi sınıfının sembolik doğum günü sayılan bu 1 Mayıs’ı da, ne yazık ki sendikasız geçiriyoruz. Elbette umudumuz tükenmedi. Dünyanın bütün spor emekçilerinin birleştiği, o güzel fotoğrafta yerimizi alana dek, 1 Mayıs’ı anlatmaya devam edeceğiz.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu