Haber

Değişmek – gelişmek lazım – 2

Süper Ligi’nin şeytan üçgeni diyebileceğimiz oyuncu, yönetim ve taraftar triosunu bir önceki yazıda yeterince anlatmıştım. Şimdi de söz verdiğimiz gibi futbolun diğer enstrümanlarına bakalım.

TEKNİK DİREKTÖRLER

Katkıları her daim tartışılan, ancak bütün kriz dönemlerinde can simidi olarak görülen bu futbol emekçilerinin işleri gerçekten çok zor. Özellikle de pasaportunda TC yazanların! Zira Türkiye’ye gelen her yabancıda olduğu gibi yabancı teknik adamlar da bizim çocuklara göre mutlaka daha avantajlılar.

Bu avantajların ilk sırasında ekonomik şartları görüyoruz. Gösterilen sabır ve saygı da cabası. Yerli çalıştırıcıların bu saygı ve sabrı görmesi bir yana, kontratında yazan miktarları bile alamadıklarına çok kez şahit olmuşuzdur.

Kurumsal olarak spor emekçilerinin hâlâ örgütlenmekten aciz olmaları, onların spor işverenleri tarafından hoyrat bir şekilde kullanılmalarını sağlamakta. Bu konuyla ilgili geçen sene organize edilen bir panelde iki önemli teknik adama (Giray Bulak ve Bülent Uygun) şunu sormuştum: “Sizlerin değersiz varlıklar gibi kapının önüne konulup durmasında sendikasızlık mı etken yoksa mesleki ahlaksızlık mı? Çünkü kovulan her çalıştırıcının yerine bir başka meslektaşınız aynı gün balıklama atlamakta!”

Cevap elbette her ikisiydi. Sendikasızlık bir taraftan işverenlere pervasızca davranma olanağı tanırken, diğer taraftan spor ahlakı olmayan çalıştırıcılar, bu işverenlerin elini güçlendirerek mevcut düzeni oluşturuyordu.

Bunun sonucunda, 2008–2009 futbol sezonunda da benzer teknik kadro kıyımlarına tanık olduk. Turkcell Süper Ligi’nde mücadele eden 18 takımın 12’si şu ya da bu sebepten dolayı sezon içinde teknik direktörleri ile yollarını ayırdı. Bu konuda rekor 5 defa teknik direktör değiştiren (Hakan Kutlu 2 defa) Ankaragücü oldu. Ne enteresan ki; Ankaragücü zor da olsa yine de ligde kalmayı başardı…

Yani pastayı yapan ustaların hazin durumu bu yılda pek değişmedi.

STADYUMLAR

Ülkenin spora olan açlığını, spor alanları ve stadyumlarla kıyasladığımızda dengesiz bir sonuç çıkıyor karşımıza. Hem iyi stat istiyoruz hem de o statları dolduramıyoruz. Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu örneğinin dışında, genellikle stadına sahip çıkan bir taraftar topluluğuna henüz rastlamadık.

Sezon içinde açılışı yapılan Kadir Has Stadyumu’nun son derece modern hali bile Kayserispor taraftarlarını memnun etmemiş olacak ki; geçen haftalar boyunca sadece Galatasaray ve Milli Takım’ın maçlarında dolu gördük.

Bir de kulüplerin mevcut kapasiteleri bile dolduramazken, daha büyük projelerle uğraşmaları var ki; o da çok enteresan. Avrupa’nın birçok ülkesinde artık yeni yapılan tüm statlarda 25-35 bin kapasitesi tercih ediliyor. Üstelik bizden çok daha yüksek olan sosyo-ekonomik şartlarına rağmen!

Özetle pastanın imalathanesi sayılacak olan stadyumların kalitesi ne kadar artarsa, lezzeti de o kadar artacaktır. Tabii o koltukların boş kalmaması şartıyla…

SPOR MEDYASI

Melek yüzlü şeytan…

Masum görülen, ancak çoğu zaman her şeye tuz biber eken bizler…

Medya…

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de tiraj ölçekli çalışma prensibi uygulanmakta. Bu da doğal olarak haberin içeriğinden çok şiddetine önem verilmesini gerektiriyor. Bir kavga haberi mutlaka önemlidir ancak haberi ulaştırdığımız kitlenin doğru bilinçlendirilmesi de medyanın görevi olduğundan, bu kavganın nasıl haber yapılacağı daha önemlidir.

Örneğin: Son Galatasaray-Fenerbahçe maçında çıkan olaylar esnasında bizim yayıncı kuruluşumuz her şeyi ekrana taşırken, maçı naklen yayınlayan İspanyol kanalı, belli bir noktadan sonra yayını keserek bu tatsızlığın izlenmesine engel olmuştur.

Doğru olan tavır da budur.

Not: Sorunların çözümleri ile ilgili fikirleri haftaya tartışacağız.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu