Haber

Değişmek – gelişmek lazım

Yazının başlığının doğru olup olmadığını çok düşündüm. Değişmek ile gelişmek arasında defalarca gidip geldikten sonra, aslında her ikisinin de birbirini kapsayan şeyler olduğuna karar verdim. Tıpkı, tavuk-yumurta ilişkisi gibi.

Değişmek için (olumlu ya da olumsuz) gelişmeye, gelişmek için de yine (olumlu ya da olumsuz) değişmeye ihtiyaç var. Bu sebeple, “söz, yetki, karar ve iktidar halka” prensibine uyarak başlığı okurların inisiyatifine bırakıyorum. Kim, nasıl isterse onu kullansın.

NEDEN DEĞİŞMEK-GELİŞMEK?

Aslında bu sorunun cevabını bizden çok, çoğunluğun “ortak aklı” olan Türkcell Süper Lig’i vermeli. Hepimizin, geçmiş sezonlara göre daha kötü bulduğu bu sezonun, vasatın da altında kalması elbette düşündürücü bir durum. Zira, “eder” anlamında katlayarak büyüyen bir pastanın lezzet olarak geriye doğru gitmesi hiç de akla uygun gelmiyor.

O halde, zaman kaybetmeden, sportif bazda nasıl değişip-gelişiriz buna bakmamız lazım. Bunun için de, ilk gözden geçmesi gerekenler, pastanın malzemeleri olmalı. Ya da diğer bir deyişle; oyuncu, yönetim ve taraftar… Daha sonra sırasıyla, pastanın imalathanelerini ve pastayı yapan ustaları da inceleyeceğiz.

OYUNCU, YÖNETİM, TARAFTAR

Bir pasta için un, şeker ve yağ ne anlama gelirse, yukarıdakiler de sportif manada o anlama gelir. İçlerinden bir tanesi bile diğer ikisi gibi sağlıklı olmazsa, mutlaka eksikliği hissedilecektir.

Kaliteli oyuncuların sayıca arttığı ligimizde, lig kalitesinin azalması, aslında hiç de şaşırtıcı değil. Futbolun kendine has kolektif yapısı, zaten bunun tersinin olmasına izin vermeyecektir. Doğal bir otokontrol sistemi yani. Çeşitli yıllarda bu duruma uygun birçok örnekle karşılaştık. En çarpıcı olanı ise Real Madrid’in Los Galacticos ile yaşamış olduğu hayal kırıklığıdır. Bu yıl İtalya’da AC Milan’ın yıldızlarla dolu kadrosu, Fransa’da Lyon’un lig performansı ve ülkemizde Galatasaray ve Fenerbahçe’nin son durumları da benzer örneklerdir. Yani, idari ve teknik açıdan doğru yönetilmeyen hiçbir takım, istediği kadar yıldız oyuncu barındırsın, pek bir işe yaramayacaktır.

Yönetimlerin paylarını da hiç küçümsemeyelim. Onlar da en az oyuncular kadar önem taşımaktalar. Özellikle Türkiye’deki yönetici profilini ele aldığımızda, ne yazık ki hiç bir ülkede olmayacak kadar düşük bir vizyonla karşılaşıyoruz.

Çoğu zengin ve eğitimli olmasına rağmen, ısrarla mafya babası ya da açık tribün taraftarıymış gibi davranan bu adamlar, Türkiye’nin sportif kurumsallaşmasındaki en önemli engel belki de! Zaten genel olarak baktığımızda, aldıkları hak mahrumiyetleri bunun en belirgin kanıtı. Hatta bu yıl, içlerinde tarihe geçen başkanlar bile oldu.

Galatasaray Kulübü Başkanı Adnan Polat’ın daha önce hiçbir Galatasaray başkanının görmediği hak mahrumiyetiyle tanışması, bu açıdan bir ilktir. Ancak ne acıdır ki; kulübün 104 yıllık tarihinde ilk kez yaşanan bu olaya ne delegeler, ne de taraftarlar gerekli tepkiyi vermeyince konu kaynayıp gitmiş oldu.

Bunların dışında, kulüplerin hâlâ vakıflar kanunu ile yönetilmesi, kulüp yöneticileri için bulunmaz bir nimet!

Görevde kaldıkları sürece dilerlerse on milyonlarca dolar borçlanabilen bu kişiler, görev sonunda ellerini kollarını sallayarak kulüpten çekip gitme şansına sahipler. Tek adam felsefesiyle kulübü aile şirketi gibi idare eden bazı başkanların, kulüpteki mali başarısızlıklarını kendi büyük şirketlerine yansıtmamaları ise kafaları karıştıran diğer bir durumdur!

Ve taraftarlar… Yağmur, çamur demeden, yaz-kış fark etmeksizin aşık oldukları renklerin peşinden koşan, cefakâr insanlar…

Ne yazık ki; futbolun endüstriyel yüzü, kulüpler gibi taraftarlarında yapısını bozdu. Ülkenin ekonomik şartları zedelendikçe, birçok anlamda kayıplar yaşayan ülke insanı, sporun asil ve asıl felsefesini de terk etti. Yarı yarıya tribünlerden, yüzde 5’lere inen, rakibinin kafasına sidik poşetleri atan, hatta gözünü kırpmadan karşısındakini satırlarla doğrayan bir sürece giren taraftarlık, bugün itibarıyla biat kültürünün son şekliyle varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Ne mutlu ki; içlerinde hala endüstriyel futbola karşı çıkan bir grup insan var (Forzalivorno, Vamos Bien, TekYumruk, Çarşı grubunun kimi üyeleri gibi) ve tribünlerde varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.

Ancak gittikçe yozlaşan tribün kültürüne karşı daha ne kadar dayanabilirler, bunu kestirmesi çok zor!

Not: Önümüzdeki hafta teknik direktörler, statlar ve spor medyası ile konuya devam edeceğiz. Çözümler ise bir sonraki hafta.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu