FutbolHaber

Irkçılığa 0-0 hoşgörü

Biz yazar çizer takımı, çoğu kez toplumu şekillendireceğimizi sanırız. Oysa yazılan çizilenler sadece bir sestir, bir etkidir. Toplum kendi dinamikleri içinde evrilir, bazen de sıçrayıp devirir gider. Benim gibi hep anlamaya çalışanları bile şaşırtarak…

Cuma akşamı Beşiktaş-Diyarbakırspor maçında şaşırdığım gibi… Rüya gibiydi. Beşiktaş ve Diyarbakır tribünleri iki takımın futbolcularını birlikte tribüne çağırdı. Birlikte ‘Siyah-beyaz’ve ‘Yeşil-kırmızı’ çektiler. Ev sahipleri “Biz Beşiktaşlıyız, ırkçılığa karşıyız” diye bağırdı. Onlar bir adım atınca konuk seyirciler beş adım attı, “Beşiktaş, Beşiktaş” diye karşılık verdi. Ah, bir de bir arada oturup maç izleselerdi. Sorun değil; gönüller bir aradaydı o akşam.
Aslında tribün raconuna ve kültürüne aykırı şeylerdi bunlar. Ama bir süredir Diyarbakırspor üzerinden Kürt vatandaşlara karşı öylesine bir düşmanlık üretiliyordu ki, seyirci kendi hissiyatını maça yansıtmak zorunda kalmıştı. Evet, Kürt olsun, Türk olsun, zaman zaman birbirlerinin işini elinden alacaklarından korksalar da, aynı tezgâhta ter döküyor, aynı emekle bu ülkede hayatı var ediyor, aynı otobüsle maça geliyor, aynı ucuz tribünlerde oturuyorlardı.
Seyircinin gücüydü işte bu. Oyuncularla birlikte futbolun vazgeçilmez iki öğesinden biri olan seyircinin… Ne devlet kuruluşları ve federasyon ellerine pankart tutuşturmuştu, ne de kulübün profesyonel seyirci liderleri tribünleri yönlendirmeye kalmıştı. Düşman yaratarak, çatışma körükleyerek iktidarda kalmak isteyenlerin tribünlere bulaştırdıkları siyasete, kendi siyasetiyle karşılık veriyordu seyirci. Hoş bir rastlantı, Beşiktaş takımının başında, zamanında TV yorumcusuyken, ‘Vatan bölünmez’ hezeyanlarına karşı, “Merak etmeyin vatan bölünmez ama akan kanın da durması lazım” diyen Mustafa Denizli vardı.
Futbolda siyaset, bu alanın popülaritesini siyasi nüfuz malzemesi yapan fırsatçı politikacıların, ekranda “Asacaksın keseceksin” diye ahkâm kesen kavga tellâllarının ve maç olunca bütün doğal içgüdülerini salıveren politika yazarlarının tekelinde değildi yani.

Seyirci ve suç
İçinde bulunduğumuz, her türlü provokasyona açık sancılı günlerde tribünlerin bu tavrı ne kadar kalıcı olur? Cenazeler üzerinden estirilen intikamcılık rüzgarı, statlarda akılları ve kalpleri ne kadar karartır? Bilinmez ama başka bir ülkede olsa, cuma günkü maç, birlikte yaşama kültürünün, farklı olana tahammül etme terbiyesinin örneği olarak, değerli bir maden gibi işlenirdi. O görüntüler ekranlardan ve manşetlerden inmezdi. Yüreklendirilir, ödüllendirilirdi.
Oysa her olayda seyirciyi potansiyel suçlu sayan ve cezadan başka bir şeye aklı ermeyen Federasyon ve mevcut sistem buna reaksiyon bile gösteremedi. Her milli maçta militarizmi ve milliyetçiliği örgütleyen kafa, seyircinin “Irkçılığa karşıyız” demesi karşısında afallamıştı. Belki de bu tezahüratlarda bir suç unsuru bile arıyorlardır şimdi.
Doğal olarak, çatışmadan ve dramdan beslenen merkezi medya böyle bir tavır karşısında afalladı kaldı, tepki bile veremedi. Tribünlerin tavrını ‘Polisin ve devletin olaya el koyması’na bağlayanlar bile çıktı. Helal olsun vallahi! Demek ki, devlet her taraftarın başına bir polis koymuş, ‘Irkçılığa karşıyız’ diye bağırtmış! Devlet, futbolcuların eline “Güçlü ordu, güçlü ülke” gibisinden pankartlar vermekten vazgeçmiş!
Aslında, cuma gecesi seyircinin ırkçılığa karşı tavrı ülkede onurlu bir toplumsal barıştan yana olanların gönlünü ısıtmakla kalmadı. Ülkedeki anlayışlara açık bir turnusol kağıdı oldu. Seyircinin İnönü’deki tavrına katılıyorsan, o zaman Bursa-Diyarbakır maçındaki gibi örgütlü tavra ve saldırılara ‘ırkçılık’ diye karşı çıkacaksın. Ona karşı çıkamıyorsan, elbette Cuma gecesi İnönü’de olanlar seni rahatsız edecek. Görmezden geleceksin.
Kısacası seyirci tavrını koydu. Suç ve şiddet kaynağı olmadığını gösterdi. Ertesi gün Eskişehir’deki dolu tribünleri ve şenlik havasını gördük. Sonra da bir Premier Lig maçını aratmayan, birçok bakımdan onu da geçen Kayseri-Bursa maçını… Evet, beğenin beğenmeyin seyirci geri dönüyor. Efendim, biletler ucuzmuş falan filan. Bu ülkedeki geçim koşullarından haberiniz var mı?
Ne olacaktı yani? Bilet fiyatları astronomik tutulup, öte yandan ‘profesyonel seyirci’lere toplu bedava bilet verilecek ya da yönetimin dümen suyunda derneklere toplu indirimli bilet aldırılacak ve tribünler böyle mi denetim altına alınacaktı?
Seyirci tribüne geri dönerse kulübün gerçek sahibi olarak gücünü ve inisiyatifini ortaya koyar sonra. Taraftarı yönlendirilecek cahil bir kitle gibi görenlerin, tribünü paralı adamlarıyla yönetmeye kalkanların asıl korktuğu işte bu.
Suç kişiseldir ve somuttur, kolektif ve soyut değil. Oysa futbolda suç bütün seyirciye mâl ediliyor, seyirci cezalandırılıyor. Zaman zaman, Fenerbahçe-Galatasaray maçı sonrasında olduğu gibi olayların faillerinin belirlendiği açıklanıyor. Beşiktaş’ta olduğu gibi tribün olaylarının faillerine cezalar verildiği söyleniyor ama bu kişilerin hangi somut suçları işlediklerini bir türlü öğrenemiyoruz.

Sıfırlar ve milyarlar
Şiddeti seyirci mi üretiyor yoksa sistemin ve muktedirlerin ta kendisi mi? Cumartesi gecesi Eskişehir-Fenerbahçe maçından sonra Aziz Yıldırım, ‘kulübünün çıkarlarını savunamadığı’ gerekçesiyle Kulüpler Birliği Başkanlığı’ndan istifa etti ve çok yeni ve yaratıcı bir lâf ederek, “Bu hakemlerle bu lig bitmez” dedi.
Yıldırım’ın sözleri kabak tadı bile vermiyor artık. “Biz ve düşmanlarımız” koşullanmasıyla hemen öfkelenmesin Fenerbahçeliler… Yıldırım’ın yerine Demirören’i koysanız, Polat’ı koysanız, Yazıcı’yı koysanız hiç fark etmez. Yıldırım, her şeyi en iyi kendisinin bildiği ve yaptığı iddiasında olduğu için onu örmek olarak alıyorum.
Her sorunda başkasını suçlamanın, hep ‘biz ve düşmanlar’ hattı çizerek taraftarın aklını ve izanını bağlamaya çalışmanın varacağı yer ayrımcılıktan ve şiddetten başka bir şey değil. Sahaya atlayıp rakip oyuncuya saldıran o çocuklar, o adamlar hangi dürtüyle yapıyor bunları sanıyorsunuz? Rakibin yenilgisine, üzüntüsüne, kendi başarımızdan daha fazla sevinir olduk. Kendi varlığımızı, başkasının var olmaması temelinde arar olduk.
Yıldırım’ın istifası muktedirlerin Federasyon ve Kulüpler Birliği gibi kurumlara ne gözle baktığının itirafı aslında… Buralar koltuk kapılıp, kulüp haklarının korunacağı yerler, daha doğrusu iktidarın kulüp çıkarına kullanılacağı yerler olarak görülüyor. Bu yüzden Yıldırım’a göre, Kulüpler Birliği’nde ülke futbolu için iyi şeyler yapmakla Fenerbahçe’nin çıkarlarını korumak çelişiyor.
Diyarbakır ırkçı saldırılara uğrarken ne yapmış Kulüpler Birliği? Ankaragücü’deki darbeye ne yapmış? Hüllelerde ne yapmış? Takımlar iflas ederken ne yapmış? Madem hakemler yeterli değil; hakemlerin çağdaş düzeye gelmesi için ne yapmış? MHK’ya baskı dışında.
İngilizler “0-0 bir sonuç değildir” derler. Tartışılır. Cuma akşamı Beşiktaş-Diyarbakırspor maçının 0-0 bitmesi güzeldi, iyi sonuçtu. Sıfıra sıfırdan onurlu barış ve eşitçe kardeşlik özlemi çıktı. Yıldırım ve benzerleri ise ağızlarını açtığında milyonlardan, milyarlardan söz ediyor. O milyarları çarpıyorsunuz, şiddet ve düşmanlıktan başka bir şey çıkmıyor.

İbrahim Altınsay

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu