HaberTransfer

Yayın ihalesinden önce futbol ihalesi

Avrupa futbol piyasasında ekonomik krizin hayaleti dolaşıyor. İngiltere’de yayın gelirleri küçüldü. Real Madrid ve Manchester City’den başka, zorunlu haller dışında para harcayan yok. Onların harcamaları da zaten her türlü mantığın dışında.

Bizde ise sanki böyle bir süreç yaşanmıyor. Özellikle büyük kulüpler gelecekteki gelirlere mahsuben, bilançolarının çok üzerinde transfer sözleşmelerinin altına imzayı atıyor. Beklenti, bu sezon ortasında yapılacak olan yayın hakları ihalesi… İhale yüzünden, sahanın içi kadar ve belki ondan daha fazla saha dışı hareketli olacak bu sezon.
Yayın geliri beklentilerini dışarıda tutarsak, saydam ve hakça ekonomik işleyişte bu harcamalar tek istikamet gösteriyor:
İflas… Neyse önümüzdeki sezon yaşadıkça görecek ve bu konuda ne yazık ki çok laf
etmek zorunda kalacağım.
Şimdi, iki gün sonra öttürülecek 2009-10 sezonun başlama düdüğü öncesinde yeşil sahalarda görülmesi muhtemel hallere ve birkaç soruya değineyim.
Futbolcu değerlendirme kılavuzu
Bu sezon hocalarda yabancıya bir yöneliş var. Futbolcu transferleri üzerinde durulmayı hak ediyor. Elbette, Beşiktaş’ın 7 milyon avro’ya mâl olan Zapo’yu yollayıp yerine 9.5 milyon avro maliyetle, şu ana kadar sıradan bir sarkık kesici izlenimi veren Ferrari’yi alması gibi tarihe geçecek saçmalıklar yok değil. Yine de Avrupa’daki durgunluk bize yaramış olmalı ki dişe dokunur isimler geldi büyük takımlara… Başta tabii Frank Rijkaard. Sonra da doğrudan Brezilya 11’inden Yeşilköy’e inen Dos Santos ve Elano.
Dos Santos benim için Konfederasyon Kupası’nın en güzel keşiflerinden biri olmuştu. Orta sahası hantal Brezilya’yı ısrarla ve hızla atağa çıkaran kanat beklerden biri olarak gözüme batmıştı…
Tabii futbolcu kalitesi çok önemli. Ama onun kadar futbolcuyu nasıl kullandığınız da önemli. Kanat organizasyonlarına özel önem verdiğini bildiğimiz Daum onu bekte değil orta alanda oynattı. Arkasına ya Carlos’u, ya da Wederson’u koydu. Bu pozisyonda, nispeten daha dar bir bölgede, rahat oynadı Dos Santos. Brezilya milli takımında saha boyunca oynarken burada 50 metrelik alanda gidip geldi, geriye destek oldu.
Bu durumdan anlaşılıyor ki Daum’un öncelikli tercihi savunma güvenliği… Süper Kupa finalinde sağ kanadın önünde oynayan Kazım (sonra Deivid) savunmaya yardım etmeyince arkadaki Gökhan hem çıkamadı hem de açık verdi.
Daum’un ‘temkinli’ Fenerbahçesi 4-2-3-1 gibi algılıyor oyunu… Emre ve özellikle Baroni, uyum içinde olmayan savunma göbeğini korumak için geri yaslanıyor. Böylece 6 kişilik Fenerbahçe savunması maçın büyük bölümünü kendi 18’i dolayında geçiriyor. Demode bir seçim. Gerçi, sadece top atılanı ofsaytta sayan yeni ofsayt kuralı yüzünden, savunmalar eskiye göre daha fazla geriye yaslanıyor artık ama Fener’inki bundan değil, güvensizlikten.
Topu kazanınca Daum’un ‘atılgan’ Fener’inin 4-4-2’ye, ya da Alex’i Guiza’nın biraz gerisine koyarsak, 4-4-1-1’e dönmesi gerek. Dos Santos gibi oyuncular kolay yapıyor bunu. Ancak takım topu çok geride elde ediyor, buradan hızlanarak gole gitmek zorlaşıyor. Rakip basarsa, çıkarken top kaybetme riski artıyor. Emre B’nin ayağına bakıyor futbolcular… Guiza’nın etkili alanlarda topla buluştuğu zaman sonuç yaratacak futbolcu olduğu Süper Kupa’da bir kez daha gözüktü. Ama o kadar az buluşuyor ki topla.
Sonuç: Kolay geriye kaçan ve duran toplara bel bağlayan bir takım ‘durmayan toplar’ı çağdaş düzeyde kullanamıyor demektir. Karşı örnek mi? Ne yapayım, tabii ki Barcelona.
Kim daha demode?
Süper Kupa finalinde Beşiktaş da Fener’den aşağı kalmayan demode bir top oynadı. Beşiktaş savunması Ferrari hariç öne çıkma isteği gösterdi gerçi. Ne ki önlerindeki arkadaşlarından destek almayan kanat bekler zorlandı. Ayrıca, atağa hevesli ve hareketli (penaltıda olduğu gibi bazen gereğinden fazla hareketli) Sivok’un yanında, şimdilik geriye sarkan ve kestiği topları yana, arkaya oynayan Ferrari pek uyumsuz gözüküyor. Trafikte sıkışmış ya da garajda bekleyen bir ‘Ferrari’ gibi.
Kaldı ki, savunma önünde Alex’i bekleyen Fink’i görünce Beşiktaş’ın futbol anlayışı için fazla yorum yapmak bile günah. Çağdaş futbolda kaldı mı böyle bir görev! Giden Cisse hiç olmazsa atağa hevesliydi ve uluslararası kariyerine dayanarak zor durumlarda rakibe dikleniyordu, takıma direnme gücü katıyordu.
Fink adam markajı yapınca Beşiktaş 4-1-4-1 gibi dizildi. Nobre oynasın diye Bobo sol kanada çekildi. Orada bile etkili oynayarak kalitesini gösterdi ama golden uzak kaldı. Solbek oynasa takıma çok çağdaş katkıda bulunacak Tello takımı atağa kaldıracak adam oldu. İkinci yarı sağ kanada geçti. Bir futbolcu çok yönlü olur ama bu kadar yer değiştirirse bu özelliğini de yitirir.
İkinci yarı Nihat girince Denizli 4-1-3-2’ye döndü. Demek ki belli bir anlayışa göre değil futbolcuya göre oynayacak Beşiktaş… Bu arada şu ‘10 numara’ işini mizahçılara havale etmeli artık. Alex üç sezondur forvette oynuyor, Lincoln ‘önceden haber verilmiş bir fiyasko’ olarak belleklerde duruyor ve biz hâlâ 10 numara arıyoruz! Beşiktaş’ın sorunu, toplu pres yaparak hızlı ve dikine oynayıp oynamayacağı… Böyle olursa ideal üçlü forvet ‘Nihat-Bobo-Holosko’ gibi gözüküyor. Ya orta alan? İşte bütün mesele burada.
Geçen sezon Denizli çok uygun bir an (moment) ve durum (konjonktür) yakalamıştı. Yönetimin takıma karışacak takati kalmamıştı. Öteki büyükler teknik yönetim krizi yaşıyordu, Sivas ise megalomaninin batağına saplanmak üzereydi… Şimdi ise hem iki kupalı geçmişin hem de gelişigüzel transferlerin baskısı altında. Kadro ve oyun oturana kadar Denizli’nin tadı kaçabilir. Ondan önce Fink’e verdiği antika görev gibi işler futbolseverin tadını kaçırmazsa tabii.
‘Köktenfutbol’cu
Benim gözüm Rijkaard’ın üzerinde.
Yanında ‘total futbol’un canlı tanığı Neeskens var. ‘Frankly’, yani samimiyetle söylersek,
Frank Cruyff’a saygıda kusur etmez ama teknik adam olarak ustası Arrigo Sacchi’dir.
Savaşkan total futbolun öteki adı yani…
Rijkaard “Sistemimiz 4-3-3” deyince, ulema fetvayı veriverdi: “Galatasaray’a uymaz”. Oysa Cim Bom şampiyon olduğu sezonda ve geçen yıl yılbaşı öncesinde böyle oynuyordu.
‘4-3-3’ derken Rijkaard başka bir şey diyor: “Futbolcuya göre oynamam, takıma bir sistem yerleştiririm.” Fundamentalist, yani köktenci bir futbol anlayışı var. Sistem yerleşecek diye Barça 12’nciliğe kadar düşmüştü ilk yılında ama sabrın sonu bugünkü Barcelona oldu.
Galatasaray’da genç hocanın futbolculardan nasıl yararlanacağı benim için sezonun en heyecanlı sorunsalı… Sadece Arda ve Keita açısından değil, Elano açısından da. Brezilyalı milli oyuncuyu Manchester City forması altında defalarca izledim. Sağbek de oynayacak kadar çok yönlü ancak mavi-beyaz formayla ikinci sezonunda forvet arkasında sağ kanatta iyice pasifleşmişti. Top ayağına gelince içeri kat ederek oynuyordu. Son haftalarda yedeğe düşmüştü… Rijkaard’ın, eğer kulübede oturtmazsa, Elano çözümlerini tartışmak bile gelecek sezonu izlemeye değer.
Anadolu falan kalmadı
Ve ötekiler… Belli ki, Trabzonspor’un hocası Broos da ‘köktenfutbolcu’lardan. Bu sezon da sil baştan yaptı Trabzon. Geçen yıl şampiyonluk şansı sürerken bile hocaya tahammül edemeyen camiaya en büyük transfer ‘sabır’ olacak.
Sivasspor, Kupa yarı finaline çıktıklarında göğüslerine “Hiçbir başarı rastlantı değildir” yazdığında oyundan çekilmişti. Yarı finali başarı sayarsanız daha ileri gidemezsiniz. Herkesten sadece ‘övgü’ isteyen, her eleştiriye laf yetiştiren çocukça tavır onları aşağıya çektikçe çekiyor.
Gözüm Bursaspor’un, yönetimin transfer etiğini altüst etmesine karşın Kayserispor’un, Gaziantep’in ve hatta Eskişehir’in üzerinde… Daha uzunca yazacağım; artık Anadolu manadolu, taşra marşa kalmadı. Ah, bir de bu takımların yönetimleri ve teknik adamları buna ayabilse!
Yeni sezonun sorusu yayın ihalesini kimin alacağı… Beni şimdilik futbol ihalesini kimin
kazanacağı ilgilendiriyor… Parası olan değil, futbol gönlümüzü şenlendirecek cesareti
bol olan kazansın.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu