
Geçen sezon Barcelona’yı büyük zevkle izledik. İlk 11’deki yedi futbolcu altyapıdan gelmişti. Genç teknik direktör Guardiola da Mavi-Erguvani formayı yıllarca giymiş, altyapı hocalığından A takıma çıkmıştı.
Altyapıdan gelmeyen futbolcuların çoğu bu takımda parlamıştı. Barça’nın en sempatik yanıydı bu… Bu işlerin sadece parayla, değil ondan önce iyi bir örgütlenmeyle olacağına dair gönüllerimize su serptiler.
Nereden geliyor bu Messi’ler?
Barcelona’nın başarısında pay sahibi olan birçok isim var kuşkusuz. Bence dolaylı da olsa, ‘Barcelona Sistemi’nin ortaya çıkmasını sağlayan birini unutmamak gerek. Bu adam, Belçikalı futbolcu Jean-Marc Bosman…
Hatırlayalım, Bizim bazı kulüp yöneticilerinin B. Osman, yani ‘büyük Osman’ sandıkları Bosman, futbolcunun sözleşmesi bittiğinde istediği kulübe özgürce gitmesini savunmuştu.
O zaman sözleşmeniz bitse bile kulübünüz bonservisinizi başka bir kulübe veriyor ve siz de o kulübe gitmek zorunda kalıyordunuz.
Bosman bu iddiasını Avrupa Birliği’nin işgücünün serbest dolaşım yasasına bağlıyor ve sözleşme sonunda bir futbolcunun kulübü tarafından başka bir kulübe ‘mal gibi satılması’na karşı çıkıyordu. Böyle dik başlılık yapınca, kulübüyle, Belçika Futbol Federasyonu’yla ve UEFA’yla mahkemelik oldu. Maddi ve manevi varlığını bu uğurda harcadı. Sonunda Avrupa Adalet Divanı onu haklı buldu. Bütün futbolcuların sözleşme bitiminde özgür olmasına, AB üyesi ülke vatandaşı futbolcuların üstelik istediği ülkede top koşturmasına izin verdi.
UEFA’nın ve kulüplerin Bosman’a yanıtı çok acımasız oldu. Bu arada Bosman dara düşmüş, alt kümelerdeki takımlarda oynamak zorunda kamıştı. Zaman zaman Fulham gibi vefalı kulüpler Bosman’a yardım maçları yapıyor… Belçikalı futbolcu meslektaşlarının ve dolayısıyla takımların hayatını değiştirmiş ama kariyerinden olmuştu.
Futbolda değeri, futbolcuların ve teknik adamların emeği yaratıyor. Onlar olmazsa futbol da olmaz. Futbolun üretici güçleri asıl onlar… Sonra maç biletlerine, formalara, paralı kanal aboneliklerine para veren futbolseverler var. Bu paralar, futbol denen gösteri ve eğlence endüstrisinin sermayesini oluşturuyor.
Futbolun üretici güçleri, Bosman gibilerinin mücadelesiyle mevcut üretim ilişkilerini zorluyor, yeni ve gelişmiş üretim ilişkilerine kapı açıyor.
Bugün bir futbolcu sözleşme bitiminden altı ay öncesinden başlayarak istediği kulüple görüşebilir, anlaşabilir. Futbolcuyu ömür boyu bir kulüpte köle gibi tutmanın olanağı yok.
Kendi yetiştirdikleri futbolcuları bile sözleşme sonunda kaybetme riskini gören kulüpler artık alacakları futbolcuları özenle ve uzun erimli stratejilere göre seçiyor ve uzun dönemli sözleşmeler yapıyorlar. Manchester United’ın Ronaldo’yu 14 milyon Sterlin’e alıp, beş yıllık sözleşme yapması ve sonunda 80 milyon sterline Real Madrid’e vermesi gibi.
Barcelona gibi kulüpler ise bununla da yetinmiyor. Dünyanın dört bir yanından bulduğu yetenekli futbolcuları kendi yatılı eğitim sistemine sokuyor. Zamanın Almanya altyapıları gibi aşırı kuralcı bir eğitim değil bu. Hollanda takımlarının altyapıları gibi fazla mektepli de değil.
Takım oyunu ile oyuncunun bireyselliğini birbiriyle çatışarak geliştiren bir hayat eğitimi aynı zamanda. Barça’nın Beşiktaşlı Muhammed’e önerdiği de bir sözleşme değil, sadece bir eğitim bursu… Sonra Barcelona bünyesinde tutulması düşünülen futbolculara uzun vadeli kontratlar öneriliyor.
Sermayeye sınır, emeğe özgürlük
Manchester United, Arsenal ve Chelsea gibi kulüpler, İngiltere’de uygulanan, 15 yaşından sonra futbolcuyla profesyonel sözleşme imzalama izninden yararlanıyor. Yine dünyanın dört bir yanından seçtikleri futbolcuları aileleriyle birlikte İngiltere’ye getiriyor ve A takımın 40-45 kişilik geniş kadrosuna sokuyor.
‘Yedek Takımlar Ligi’nde genellikle bu gençler oynuyor. Ve onlara 17, 18 yaşlarında A takım forması veriliyor. Ronaldo’yu Real’e veren Man U’nun geçen sezon 17 yaşındaki İtalyan Macheda’yı sahneye çıkarması rastlantı değil… Bu kulüpler ellerindeki fonları A takımın belirgin eksiklerini kapatacak nokta transferlere harcıyor.
Şimdi sözleşmesi sürse bile bir futbolcu, istemediği kulübe gitmeme özgürlüğüne sahip. Bu yüzden Man U, Real Madrid’le masaya oturmadan önce Ronaldo’nun niyetini soruyor. Portsmouth, ‘Chelsea mi, Liverpool mu’ tercihini futbolcusu Glenn Johnson’a bırakıyor… Araya ‘transferekon’cuları sokup futbolcuyu ‘topuzlamak’ o kadar kolay değil.
Bu yeterli mi?
Elbette üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki mücadele kesintisiz bir süreç…
Bugün dünyada sermaye sınır tanımaz biçimde küreselleşiyor. Bunu yaparken tek hedefi var: Kârı azamileştirmek… Sermayeye karşılık işgücü de hızla küresel dolaşıma giriyor. Emeğin dertleri her yerde benzeşmeye başlıyor. Bu çok sancılı geri dönüşlü bir süreç ama ulus dışı bir kültüre, din dışı inançlara, aile dışı toplumsal birlikteliklere ve devlet dışı örgütlenmelere evriliyor insanlık. Kapitalizmin kâr arsızlığını dizginleyecek olan güç de çalışan kitlelerin sivil örgütlenmeleri…
Futbolda da bazı kulüplerin aşırı zenginleşmesinin, futbol dışı şüpheli fonları devreye sokmasının önüne geçilebilir. Real Madrid ilk ‘Galaktikos’ döneminde de etrafa para saçmıştı. Sonunda kulübün taşınmaz varlıklarını elden çıkararak ya da ipotek ederek krizden çıktı. Ronaldo gibi bir futbolcuya 80 milyon sterlin vermenin, ‘büyüklük havası atmak’ dışında bir anlamı yok… Bu paraların forma satışından ve reklamdan geri alınacağının da garantisi yok. Futbolcu sakatlansa ne olacak?
Bonservislere bir üst sınır getirilebilir. Bonservis paraları arttıkça bu paralardan artan oranlarda vergiler alınarak kurulacak bir futbolcu güvence fonuna aktarılabilir . Bu fon da zor durumdaki futbolculara, altyapıya önem veren takımlara ve alt kümelere destek için kullanılabilir.
Aynı biçimde yetiştirme paraları ciddi rakamlara yükseltilebilir ve futbolcu ücretlerine de bir üst sınır getirilebilir.
Yine ücretler arttıkça ‘futbolu ve futbolcuyu destekleme’ fonuna daha fazla oranda kesinti yapılabilir. Daha da radikal adımlar da olabilir. Örneğin, futbolcunun o kulüpte oynadığı maç sayısına, o kulüpte yetişmiş olup olmamasına bakılarak bir tazminat miktarı belirlenebilir.
Bu parayı getiren futbolcu sözleşmesi sürerken bile başka bir takıma gidebilir.
Uzayda kaybolanlar
Bizim memleketten bakınca bunlar insana bir bilim kurgu hikâye gibi geliyor olabilir.
Aslında bizde de çağı yakalama yönünde adımlar atılmadı değil. 1970’lerdeki toplama takımlardan bıkan Beşiktaş, Mehmet Üstünkaya’nın başkanlığı döneminde, Serpil Hamdi Tüzün’ün liderliğinde öz kaynak düzenini kurmuştu.
Buradan yetişen futbolcular ülkedeki spor kültürünü değiştirdi… 1990’ların ortasından itibaren Terim’in önderliğinde Galatasaray kendi altyapısından yetişen gençleri daha küçük takımlarda keşfedilmiş ‘ümit milli’ oyuncularla birleştirdi. Futbol anlayışına uygun deneyimli yabancıları da bu kadronun kilit noktalarına yerleştirdi ve uluslararası bir takım oldu.
Bugün ülke futbol küresel gelişmelerle baş edecek bir dinamizm yaratamıyor. Futbolcular milyarlık köleler durumunda. Yerli futbolcular ilk başarısızlıkta hemen harcanıyor. Altlara gittikçe futbolcu değil, köle ordusuyla karşılaşıyorsunuz. Yabancılar banka mektubuyla garanti altına alınmamış garanti para olmadan gelmiyor.
Sanki emeklilik ikramiyelerini alıyorlar.
Kulüp başlarını tutmuş aşiret reisi kafalı adamlar, kendi bildikleri kadarını bilgi, kendi yaptıklarını doğru sanıyor. Kulübün kasasından hovardalık yapıyorlar. Sıkıştıklarında taraftarı başkalarına karşı kışkırtıyor, futbolun üretici güçlerin ve özgürlüğün önüne set çekiyorlar.
Elbette taklit etmek çözüm değil, ama 70 milyonluk ülkenin gizil gücünü açığa çıkaracak bir sürecin yaşanmıyor olması utanç verici.
Bir hikayenin uzay ya da, ortaçağ hikâyesi olması sizin zamanın neresinden baktığınıza bağlı… Köle kültürüyle yetişmiş yerli futbolcular, Tugay, Nihat ve Tuncay gibi istisnalar dışında, yurtdışına adım attıklarında uzayın derinliklerinde kayboldular. Geçen sene takımlarımız aynı akıbeti yaşadı. Bakalım bu yıl ne olacak?