FutbolHaberTransfer

Bir gün herkes 4-3-3 oynayacak(tı)

Yeni sezonun gündeminde 4-3-3 büyük yer tutacak anlaşılan. Otorite medyada “O orada oynar mı, bu sistem bize uyar mı?” ahkâmı kesilecek.

Skorcu ya da “O girsin, bu çıksın”cı yazarlar 4-3-3’ün bir diziliş değil futbol oyununa bir yaklaşım olduğunu, bu yüzden sahada her an dağılıp yeniden kurulduğunu anlamamakta diretecek. Mustafa Denizli’nin ileride üç değişen forvetle (Holosko-Bobo-Yusuf) ve ortada üç dikine orta saha oyuncusuyla (Ernst-Cisse-Tello) şampiyonluğa yürüdüğüne ayamadıkları gibi…

Rijkaard derdini pek anlatamayacak, anlaşıldığında da çokluk yanlış anlaşılacak.

Yeni sezon tartışmalarına bir giriş bâbında 20 Şubat 2008’de yazdığım, ‘Bir gün herkes 4-3-3 oynayacak’ başlıklı yazımı yeniden yayımlıyorum bugün.

Transferler yüzünden bayatlamış bazı örnekleri çıkarttım. Bunu yazdığımda İspanya ‘Xavi-Iniesta-Cazorla’ orta üçlüsüyle Avrupa şampiyonu olmamıştı daha. Barcelona da kupaları toplamamıştı.

Galatasaray ‘Serkan-Topal-Barış’ üçlüsüyle şampiyon olmamıştı…

Okuyunca göreceğiniz gibi beni Arsene Wenger yanılttı. “Arsenal sittin sene 4-4-2’den vazgeçmez” demişim. Oysa ‘çelebi’ hoca, geçen sezonun ikinci yarısında sık sık Adebayor’un ya da Bentner’in sağına Walcott’u ya da Nasri’yi, soluna Arşavin’i koyarak üçlü forvetle atak yaptı. Orta alanda da Fabregas’ın yanına Denilson ile Song ya da Diaby’yi koydu. Böyle yaparak Premier Lig’in en güzel maçlarından 4-4’lük Liverpool karşılaşmasını hediye etti bize.

***

Radikal reformcu… Milliyetçi devrimci… Muhafazakâr demokrat… Özgürlükçü dinci… Bir zıtlığın iki kutbunda yer alabilecek sözcükler yan yana barış içinde yaşıyor memleketimizde. Futbol âlemimizin pek sevdiği, benimse ‘takık’ olduğum önlibero terimi de böyle. Bu adam ‘libero’ysa, serbest ve özgür olmalı değil mi?
O zaman neden savunmanın ‘ön’ündeki 10 metre çaplı bir dairenin içinde oynuyor!

Önliberon kadar konuş

Tarihçesine girmeyeceğim.

2006’da Brezilya’yı mahveden Parreira’nın, 1994 Dünya Kupası’nda öne çıkardığı bir mevki bu. En iyi temsilcisi Dunga’ydı.

Aradan 15 yıl geçmiş bizim fikriyatımız hâlâ önliberodan öteye gidemiyor. Takımlara önlibero arıyoruz. “Bir mi, iki mi olsun?” diye tartışıyoruz. Maldonado’yu övüyor, “Böylesi geldi mi?” diye soruşturuyoruz… Defalarca yazdım, bu mevkide oynayan hazrete Anglo-Saksonlar ‘defansif orta saha’ diyor. Günümüzde ise bir orta saha oyuncusunu defansif işlevle sınırlamak takımınıza defansif futbol oynatmak, orta alandan bir adam eksiltmek demek artık.

Patrick Vieira’lardan, Diego Simeone’lerden sonra ileri futbol önliberoyu, yani defansif orta saha oyuncusunu kaldıramıyor. Vieira, Simeone gibi futbolcular kendi onsekizlerinden top çıkarmaya, dikine oyun kurmaya, karşı onsekize gidip gol atmaya başladılar.

Sonuçta ortaya ‘iki onsekiz arasında oynayan savaşkan orta saha oyuncusu’ (box to box combative midfielder) terimi çıktı… Karıştıranlar var. Defansif orta saha oyuncusu, savaşkan orta saha oyuncusu demek değil. Olsa olsa onun yarısı… Artık bu futbolculara savaşkan demek de ayıp olmaya başladı. Sol kanattan devşirilen Ze Roberto’yu, Arsenal’li Fabregas’ı ve Ferguson’un solaçıkta değil orta alanda oynattığı genç Anderson’u görünce… Bu futbolcular müthiş teknik aynı zamanda.

Oyun kuruyorlar, gol pası veriyorlar, ileri uca kaçıp gol atıyorlar. “Savaşkan” lâfı düşünce yalın ‘orta saha’ terimi kalıyor geriye. Futbolun diyalektiği işte böyle sarmal bir biçimde işliyor. Dunga’dan yola çıkıyorsunuz, bir üst düzeyde, onunla hiç ilgisi olmayan Fabregas gibi bir orta saha oyuncusuna varıyorsunuz.

Bir başka saplantı da savaşkan orta saha oyuncusunu tek bir oyuncu sanmak… Oysa bugün hangi üst düzey takıma baksanız, iki onsekiz arasında gidip gelen en az 3 savaşkan orta saha oyuncusu görürsünüz. Arrigo Sacchi’nin efsane Milan’ını hatırlayın. Zaman zaman Colombo ve Evani’nin aralarına katıldığı Ancelotti, Rijkaard, Donadoni üçlüsü o fırtına takıma güç ve can veriyordu. Rijkaard’ın Barcelona’sı ve Ancelotti’nin Milan’ı büyük başarılara hep
üçlü savaşkan orta alanla ulaştı. Gattuso-Pirlo-Ambrosini (ya da Seedorf) orta alanını çocuklar bile ezberledi.
Mourinho Porto’ya yerleştirmişti bu düzeni… Chelsea’de ise geride kalan Makalele yerine daha çok Essien’e görev vererek daha geliştirdi 4-3-3’ünü…

Bir-iki yetmez

Zaman zaman değişimler gösterse de Manchester United, Real Madrid, Porto, Chelsea ve hatta Liverpool üçlü orta alana dayandırıyor oyunlarını… Böylece top rakipteyken dörtlü savunmanın önünde ek bir savunma bloku oluşturuyorlar, topu kazanınca da ileri üçlünün arasına girecek ikinci bir forvet hattı… Ayrıca bu altı forvet ileride basıp ilk topları kapmaya çalışıyor.

Tabii ileri üçlü değişkenlik gösteriyor. Milan gibi iki hareketli forvetin arasına çok teknik bir oyuncu (Kaka) sokanlar var. Ya da Chelsea gibi dağıtıcı bir forvetin kanatlarına iki hızlı açık yerleştirenler ve Manchester United gibi üç çok hızlı forveti yer değiştirterek oynatanlar var…

4-3-3’ün kanatlarda da üçlü bir kademe oluşturduğunu ve hem savunmada, hem de atakta ek bir dinamizm ürettiğini ekleyeyim.

Futbol oyununun ileri noktasında yer alma iddiasındaki takımlarımız ise yeni futbolun eşiğinde duruyor. Futbol sorunsalı taşıyan İstanbul BB 4-3-3’ün en akademik uygulayıcısı… Ön liberodan kurtulmadıkça Trabzon’un hızlanması mümkün değil… Beşiktaş’ta niyet iyi ama mevcut kadrodan güçlü bir orta alan çıkmıyor. Galatasaray, Barış-Mehmet Topal-Serkan üçlüsüyle uyumlu ve güçlü bir orta alana kavuştu. Arda savunmada sol kanada, atakta ise ileri ikilinin arkasına girerek iki yönlü oynuyor… Zico, Alex’i ileri ikiliye atıp Deniz-Aurelio-Wederson üçlüsünü yaratmıştı.

Şampiyonlar Ligi’ndeki başarının nedeni bence bu. Deivid de savunmada sağ kanada, atakta Alex’in yanına geliyor. Rakip basınca Kanarya’nın zaafı, basmayınca üstünlüğü bu.

Yazının başlığı Fenerbahçe’nin ünlü ‘Bir Gün Herkes Fenerli olacak’ önermesinden esinlenme biliyorsunuz… Taraftar sayısını artırma yönünde hoş bir slogan ama sonuçta paradoksal bir önerme. Bir gün herkes Fenerli olursa kimse Fenerli olmaz.

Taraftar kimliğini belirleyen şey başka taraftarların varlığıdır çünkü…

‘Özgür’lere özgürlük

Bir gün bütün takımların 4-3-3 oynayacağı da benim üfürmem. Böyle olacağı yok tabii. Örneğin Arsene Wenger’in Arsenal’i sittin sene 4-4-2’den vazgeçmez. Zaten bütün takımların 4-3-3 oynadığını varsaysak bile o anda bu kalıbı kıran öne çıkacak ve ötekileri de peşinden sürükleyecektir kuşkunuz olmasın. Oyunun diyalektiği böyle işler çünkü. Kurallarla yaratıcığın, savunmayla atağın, bireyle takımın ve tabii iki rakip takımın birliği ve çatışması içinde hayat bulur bu oyun.
Bağnazlar her alanda olduğu gibi, inançları ve kavramları mülkleri ve iktidarlarının teminatı görür, bunlara sıkı sıkıya sarılır. Dünya yıkılsa kavramlardan vazgeçmez. Önlibero gibi… Öte yanda liberaller sanal bir serbestlikten yola çıkar. Temel çelişki ve çatışmaları yok sayar. Bunlara göre takıma 11 santrfor koyarsan en iyi hücum futbolu oynanır… Özgürlükçüler ise yerleşik kurallar ile yeni güçlerin çatışmasında arar gelişmeyi…
Futbolda özgürlük hattı bir süredir orta alanın özgürlüğünden geçiyor.

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu