FutbolHaber

CSI Süper Lig

İngiltere Championship’te Milwall-Leeds United maçı… Milwall’lu bir taraftar Galatasaray forması giyip konuk taraftara, Emre B. tarzı, “Boynunu keserim” işareti yapıyor… Taraftar maç sonunda görüntülerden tespit ediliyor ve ömür boyu futbol maçlarından yasaklanıyor. Tespit eden ve cezayı veren kim? Milwall kulübü…

Premier Lig’de Arsenal Tottenham derbisi… Maçtan sonra Tottenham’ın hocası Redknapp, kulübenin arkasındaki taraftarların kendisini taciz ettiğini söylüyor. Taciz dediği de bir iki küfürlü lâf… Şimdi bu taraftar belirlenmeye çalışılıyor. Çalışan kim? Arsenal kulübü…

Sahaya duyarlılık atın
İngiltere hayranı olduğum için vermiyorum bu örnekleri… Orayı biraz yakından izlediğim için veriyorum. Orada da ciddi sorunlar yok mu? Var. Orada da işini, geleceğini kaybetme korkusundaki İngilizler, yeni gelen göçmenlerden nefret etmiyor mu? Ediyor. Orada da, toplumdaki çelişkiler tribünlere yansıtmaya çalışanlar çıkmıyor mu? Çıkıyor. Orada da bir takımın taraftarı karşı takımı baskı altına almak için her yola başvurmayı denemiyor mu? Deniyor.
Bunları hepsi oluyor. Önemli olan, maç izleme adabını aşan, birlikte yaşama ve yarışma kültürüne zarar veren bu eylemlere gösterilen tepki… Milwall ya da Arsenal, ya da başka takım, şimdi önlem almazsa yarın başka statlarda da maç yapamaz hale geleceğini biliyor. Tecrübeyle sabit.
Liverpool-Manchester United maçını herkes ağzı sulanarak örnek veriyor bizde. “Derbi böyle olur” diyor… Tamam da, biliyor musunuz, o maç öncesi iki takımın oyuncuları aynı eşofmanlarla ısındılar. Eşofmanların üzerinde “One game, one community-Bir oyun, bir topluluk” yazıyordu. “Hepimiz futbol oynuyoruz, izliyoruz, hepimiz futbol topluluğunun bir parçasıyız” yani.
O haftaki bütün maçlarda hocaların, teknik adamların, yedeklerin yakalarında yeşil rozet-
ler vardı. “Irkçılığı futbolun dışına şutlayalım” yazıyordu bu rozetlerde. Bunların hepsi ayrım-
cılığa karşı duyarlılığı geliştirme inisiyatifinin ve futbolda ırkçılıkla mücadele haftasının bir parçasıydı. Taraftar örgütlerinin, kulüplerin, medyanın, Premier League şirketinin, federas-
yonun ve sponsor kurumların geliştirdiği bir inisiyatifti bu. Ayrıntılar için www.kickitout.org sitesine bakabilirsiniz.
Bu konuda hassas oldukları için Premier Lig’de 77 milletten oyuncu var.
Birlikte yaşama ve yarışma kültürünü çoğaltarak yaydığı için Premier Lig bir dünya ligi oldu. Orada bir maça gittiğimizde, televizyonda oradan bir maç izlediğimizde kendimizi hemen bu dünya liginin parçası saymamız da bundan.
İşte bu yüzden bütün sorunlara karşın futbol ve tribünler, toplumdaki sorun ve çatışmaların yeniden üretildiği yerler olamıyor. Tersine, farklı olanla birlikte yaşama ve tartışma alışkanlığını, topluma ve günlük hayata büyüterek aktaran bir ayna, bir amplifikatör işlevi görüyor.

Hepimiz taşra avukatıyız
Futbolda ırkçılıkla mücadele haftasında Fenerbahçeli üniversitelerin, yani ÜNİFB’nin düzenlediği bir panelde konuştum. Bir Beşiktaşlı olarak orada bulunmaktan özel bir onur duydum. Oradaki gençler, birlikte yaşamanın değerini biliyordu, kalbinde hissediyordu.
İki gün sonra Fenerbahçe-Galatasaray maçı oynandı. Maçta olanları hepimiz izledik. Bu maçtan sonra, her kesimde başlatılacak bir özeleştiri hareketi futbolda dönüm noktası olabilirdi. Olmadı.
Tersine herkes hafiyeliğe soyundu, kendi tarafını haklı çıkarmaya çalıştı. Federasyon usule göre cezalar verdi. Medya ‘suç mahalli inceleme’ ekibi haline geldi. Amerikan dizilerinden bildiğimiz mahkeme ortamı kuruldu. Yok, “Keita’ya gelen bardak Galatasaray tribününden mi, Fener tribününden mi atılmış”. Bilim insanları işin içine girdi. Şemalar çizildi. Teknik direktörler bile yorumlarını bunun üzerine bina etti.
Erman Toroğlu saatlerce “Bünyamin Gezer’in, Bilica’nın yumruğunu görüp görmediğini”, ıcığına cıcığına inceledi. Adam “Görmedim, görseydim atardım” demişse görmemiştir. Uzatmanın anlamı var mı? Yine İngiltere’den örnek vereceğim. Adebayor, Arsenal’li Van Persie’nin yüzüne bastı. Maçtan sonra hakem “Görmedim, görseydim atardım” dedi, Adebayor üç maç ceza yedi… Yine Liverpool-Sunderland maçında top deniz topuna çarpıp kaleye girdi. Kurala göre topun deniz topuna değdiği yerden hakem atışı yapılması gerekirken hakem golü verdi. Kimse de bu kararı değiştirmedi. Yani nihai karar hep hakemin.
Hani bu kadar hafiyelik bir işe yarasa bari… Aziz Yıldırım, “Münferit olaylar zaferimizi gölgelemez” diyor ama elindeki bütün olanaklara rağmen bu münferit olayları bir türlü belirleyemiyor. Öte yandan, Ercan Saatçi’nin özel bir diyalogu basına sızıyor, FB TV ve dolayısıyla Fenerbahçe yönetimi bu sızma olayını isim isim saniye saniye ortaya çıkarıyor.
Ayni hassasiyet, stattaki modern donanıma karşın TV kablolarını kesenlere, koridorda futbolculara saldıranlara, hocaların, hakemlerin, kameramanların başlarını yaranlara karşı gösterilmiyor.
Amerikan mahkeme dizilerinde taşra avukatları vardır. Her şey ortadayken küçük bir ayrıntıya takar, saatlerce bununla uğraşırlar. Katil ve deliller bellidir ama onlar önemsiz bir ayrıntıya, örneğin bir tanığın ifadesinde, katilin pembe değil kırmızı gömlek giydiğini söylediğine takılır dururlar.
Yangın bacayı sarmış, biz şu kibritten mi, bu çakmaktan mı çıktı diye tartışıyoruz. Hepimiz avukat kesilmişiz kendi tarafımızı haklı çıkaracak olguları görüyor, ötekileri es geçiyoruz. Sıkışınca “Ama onlar da şunu bunu yaptı” diye üste çıkmaya çalışıyoruz. Geçen gün Galata-
saray-Fenerbahçe maçını anlatan Melih Şendil ile konuşuyorduk. “Yanına yorumcu olarak bir adli tıp bir de suç mahalli inceleme uzmanı alsan iyi olur” dedim.
Çünkü özellikle derbiler birer suç konusu, birer CSI (Suç Mahalli İnceleme) dizisi haline geldi. İster Saracoğlu’nda, ister Ali Sami Yen’de, ister İnönü’de oynansın, bu maçlar iki takımın taraftarıyla katıldığı bir futbol şöleni olmaktan çıktı. Konuk oyuncuların aslanlara atıldığı, ev sahibinin de bütün sadist duygularını boşalttığı bir linç ortamına dönüştü. Arkadan verilen cezaların da anlamı yok. Zaferin bedeli olarak algılanıyor bunlar.

Vicdan ne renk?
Millet avukat kesilse neyse. Aynı zamanda hem savcı, hem yargıç hem de infaz memuru bunlar. Özellikle de medyadaki ağır otoriteler. Oysa bizim işimiz sorunları ortaya koymak, vicdanlara seslenmek, duyarlılık yaratmak. Taban örgütlenmeleriyle baskı oluşturmak. Yetkilileri sorumluluklarını yerine getirmeye davet etmek.
Federasyonun Disiplin Talimatı’nın 52. maddesinde, “Stadyumlarda toplu olarak ve devamlılık arz eden şekilde, söz veya hareketlerle ya da pankart ve benzeri araçlar ile aşağılayıcı, tahrik veya taciz edici nitelikte tezahüratta bulunulması yasaktır (…) Anılan fiiller ırkçılık içerirse sorumlu kulübe ilk ihlalde müsabakayı seyircisiz oynama cezası verilir” deniyor ve sonraki ihlallerdeki cezalar sıralanıyor.
Irkçılık yapan, “Ben ırkçıyım” diye bağıracak değil ya… Protestan bilinen Glasgow Rangers’lılar rencide olur diye Celtic’lilerin maç sırasında istavroz çıkarmasına bile izin verilmez…
Bursaspor-Diyarbakır maçında bağırılan sloganlar, açılan pankartlar Siyahları, ya da Çinlileri mi hedef alıyordu? Düpedüz Kürtleri hedef alıyordu. Etnik kökenleri yüzünden konuk takım ve taraftarları aşağılandılar, saldırıya uğradılar.
Kulağının üstüne yatan federasyon maçtan sonra Disiplin Talimatı’na şu maddeyi ekledi: “Herhangi bir takımın mensuplarını veya taraftarlarını aşağılamak, tahrik veya taciz etmek amacıyla; etnik veya bölgesel ayrımcılık içeren (…) pankartlar açılması ve eylemlerde bulunulması…”
Irkçılığın en dolaysız anlamı ‘etnik ayrımcılık’ değil mi zaten. Varolan bir maddeyi neden açıklayarak tekrar ediyorsunuz ki… Sorumluluktan kaçma dışında bir izahı var mı bunun?
Vicdan ve cesaret… Bunların sarı-lacivertlisi, sarı-kırmızılısı, siyah-beyazlısı, kırmızı-beyazlısı olur mu?

İBRAHİM ALTINSAY

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu