FutbolHaber

Basit oyunun gizemleri

Günümüz futbolunun sihirli terimlerinden biri ‘takım oyunu’… Ama futbol denen oyun tek topla oynanıyor. Her futbolcuya bir top veremezsiniz ki…

Sahadaki 22 futbolcudan sadece biri belli bir anda topla oynayabiliyor. Öteki 10 arkadaşının ona göre pozisyon alması gerek. ‘Topsuzlar’, topla oynayan arkadaşlarına topu en verimli biçimde kullanacağı seçenekleri yaratmalılar. Dahası rakip 11 oyuncunun da o anda topla oynayan oyuncuya göre hareket etmesi gerek. Topu ele geçirecek, rakibi top kaybına zorlayacak biçimde hareket etmeliler… Parantez açayım; oyunu futbolun lehine yorumlayacaksa hakemlerin de forma rengine bakmadan o an topla oynayan oyuncuyu iyi okuması, anlaması gerek.

Bir ben var takımdan içeri

Takım oyunu denen şey işte burada ortaya çıkıyor. Yani rakibe bir kaos gibi gözüken, size göre ise uyum içinde işleyen bir toplu hareketlilik. Her an yeniden oluşan pozisyonu sezerek ve arkadaşlarınızın hareketlerini bozmayarak oyunu biçimlendirmek… Taktik tahtalarına çizilen onca oyun kurgusunun ve antrenman sahasında bıkmadan tekrarlanan düzeneklerin amacı işte bu.
En önemlisi de o anda topa sahip olan oynuncunun ne yapacağı… Topu ezebilir de, harika bir atağın fitilini ateşleyebilir de. O anda koca oyun onun ne yapacağına bağlı. İşte bireysel yaratıcılık, sezgi ve beceri burada ortaya çıkıyor. Herkes futbol oynuyor ama başkaları başka türlü oynuyor.

Ancak top sizdeyse sorumluluğunuz büyük. Arkadaşlarınızı, ne yapacağınızı anlamaya çalışır duruma düşürmeyeceksiniz. Elleri bellerinde bekletmeyeceksiniz. O zaman versinler size ayrı bir top, onunla artistlik yapın… Hareketiniz takımı oynatacak, rakibi çaresiz birakacak bir hareket olmalı. ‘Takımdan içeru bir ben’ olacaksınız. Kalede dursanız, hâttâ yedek kulübesinde otursanız bile.

Kontrol edilecek üç şey

Her maç kendi senaryosunu yazarak gelişiyor. Oyunun akışına bilinçli dokunma şansınız o kadar az ki… Kendinizi onun akışına bırakıp o akış içinde bir şeyler yapmanız gerek. Zaten oyunun zevki de buradan çıkıyor. Dahası futbolu heyacanlı yapan da bu. Sadece gol anında değil her an her yerde ne olacağını kestirememek.

İşte bu çılgın kendiliğindenlik ırmağında ve takım birey diyalektiği içinde denetleyebileceğiniz, daha doğrusu denetlemeye çalışabileceğiniz üç şey var.

Bir: Top. Maç topa vuruşla başlıyor, hakemin topu almasıyla bitiyor. Topun tamamının üç direk arasından geçmesiyle birlikte hedefi bulmuş oluyorsunuz. Bunu rakipten fazla yaparsanız maçı kazanıyorsunuz.

İlk koşul topa sahip olmanız, sonra da onu, yukarıda değinmeye çalıştığım gibi, takımınıza avantaj sağlayacak, rakibi gafil avlayacak biçimde kullanmanız.
Futbol topu kendisini istediğimiz kadar tekmelememize izin veriyor. Ama böyle bir alçakgönüllülük numarasıyla bu oyunun asıl hükmedeni, açıkçası tanrısı olduğunu unutturuyor.

İki: Alan. Diyelim top rakipte. O zaman denetim altına almanız gereken şey futbolun oynandığı etkin alan. Alanı mümkün olduğunca daraltıp, rakibe baskı yapacaksınız. Onu top kaybına ya da topu verimsiz kullanmaya zorlayacaksınız. İşte bu yüzden top rakipteyken bile savunmasını orta çizgiye kadar çıkarmaya cesaret eden takımlar büyük turnuvaların finallerinde oynuyor.
Top size geçtiğinde ise mümkün olduğunca etkin alanı genişleteceksiniz ki marifetlerinizi rahatça göstereceğiniz yeriniz olsun. Rakip takım da sizi yakalamaya çalışmaktan helak olsun.

Alanı dikine ve enine genişletebilirsiniz ancak. Topu dikine derin oynadığınızda rakipten önce karşı alana gidersiniz. Enine, yani kanatlardan oynadığınızda ise rakibin savunma derinliğini bir anda tek çizgiye indirirsiniz.
Tabi bu işi pasla yapacaksınız. Gereğinden fazla pas rakibin pozisyon almasını sağlar. Gereğinden az pas ise gelişigüzel kullanarak topu çabuk kaybetmenize yol açar. Futbolun sihri duruma göre bunun dozunu bulmaktan geçer. Futbolun taktiksel gelişimine katkıda bulunanlar ‘altın pas oranı’nı bulmaya çalıştı yıllardır. “Üç pas yeter” diyenler de oldu, “On pastan aşağısı kurtarmaz” diyenler de. Tarihin en ünlü takımlarına bakın. Hepsinde, oyuncu yapılarına ve oyun anlayışlarına göre oluşmuş ve rakibe göre varyasyonlar gösteren kendi altın pas oranlarını görürüsünüz.

Üç: Zaman. İster tempo deyin, ister ritim, ya da ivme… Her maçta oyunun bir akış hızı ya da yavaşlığı var. Tabii bir de, genelde istisna ama bizde neredeyse maçların asli unsuru olan duran anlar var. O konumuzun dışında.
Top sizdeyken oyunun akışını belirleme şansına siz sahip olursunuz. Bu şansınızı iyi kullanmak için, rakibiniz pozisyon almadan yerinde paslarla ve elbette top sürmeler ile çalımlarla karşı kaleye götürmelisiniz. Öyle ki, ceza alanı ön ve yan çizgilerinin çevresinde bir 7-8 metrelik alanda inisiyatif sizde olsun.
Oyunun ritmini ayarlamanın esas yolu topa sahip olmak tabii. Ancak top rakipteyken de etkin bir baskıyla ve alan daraltarak oyunun ivmesini düşürebilirsiniz. Oyunu her an ve her alanda iki yönlü oynama beceriniz işte bu ivmeyi ne kadar çabuk düşürüp yükselttiğinize bağlı.

Saklı öyküler

Sahadaki oyun üzerine değil de tek tek futbolcu ve hocalar üzerine ahkâm kesenleri bir yana bırakıyorum. Onlar topa, kendi kompleks maçlarını yapmak için bakıyor… Ama biz sıradan futbolseverler de maç boyunca gözümüzü, futbolun tekmelenen tanrısı toptan alamıyoruz doğal olarak. Çünkü onun nerede olduğu heyecanlandırıyor bizi… Ancak zaman zaman o topun oraya hangi emek, çaba ve şanslarla geldiğine bir baksak… Orada ‘gol’ kadar heyecanlı öyküler saklı. Asıl macera oralarda yaşanıyor.

İbrahim Altınsay

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu