FutbolHaber

2016’yı neden istiyorsunuz?

Malumunuz, Galatasaraylı basketbolcu Cemal Nalga, yabancı bir takımla yapılan dostluk maçına, cezalı olduğu için, arkadaşının formasıyla çıkmıştı.

Takımın koçu da “Yabancılara karşı zayıf bir takımla çıkmak istemedim” gibisinden konuyu milli zemine çeken bir mazeret beyan etmişti. “Yabancılara rezil olmamak” söz konusu olduğunda makul bir uygulamaydı sanki bu. Elin yabancısı hazırlık maçını kaybetmeyi dert edip ajan tutacak ve oyuncuları takip ettirmeyeceğine göre ortaya da çıkmayabilirdi. Zaten bomba, sanırım olaylı Galatasaray-Fenerbahçe maçının ardından, olayın vukuundan epey sonra ortaya patladı. Yani bir dış rezaleti, bir iç çelişki ortaya seriverdi.
O zaman bu sahtekârlığın tekil ve istisnai bir şey olduğunu düşünmemiştim. Yabancılarla karşılaşma söz konusu olduğunda böyle şeyler yapılıyor olmalıydı. Örneğin, sadece futbolda değil birçok spor dalında uluslar arası başarı için çocuk ve genç sporcuların yaşlarının küçültülmesi genel bir uygulamaydı. İş hemen milli başarı zeminine çekilip mazur gösterilebiliyordu. Sonuçta, Nalga olayıyla, ‘Yabancılara her türlü taciz mübah’ denen kötü şöhretli İsviçre milli maçı arasında bir bağlantı var. Nalga’ya arkadaşının formasını giydiren kafa ile milli maçlarda bedava bilet dağıtan, ırkçı ve militarist tezahüratları organize eden, küfüre ses çıkarmayan kafa aynı kafa.

Kırılan kollar ülkesi
‘Milli birlik beraberlik’ gerekçesiyle, muktedirleri millet adına her türlü davranışta bulunmaya iten iki farklı akıl yürütme var. Ya, “Bu millet bir şeyden anlamaz, milli gaz verip bunları yönetirim” diyorlar ve devlet seçkinlere ait bir iş olduğu ve yasaları zaten bunlar koyup kaldırdığı için, ‘Yüce milli davalar’ için kuralları istedikleri gibi eğip büküyorlar.
Ya da halk kuyrukçuluğu, yani popülizm yaparak kamu bütçesinden paralar saçıyor, devletin işlerine gelen yanlarını kullanıyor, milleti oyalayacak milli başarılar satın alıyorlar. Bulgar Halter Federasyonu’na rüşvet verilerek Naim Süleymanoğlu’na milli mayo giydirildiğinden beri pek iyi işliyor bu sistem.
Tabii, herkese buradan bir pay çıkması koşuluyla. Sorun çıkarsa işin kendisinden değil paylaşımdan çıkıyor. UEFA Kupası finali için federasyondan yüklü bir kira parası alan, bu arada federasyona Saracoğlu Stadı’nın işleyişini ve zeminini adam ettiren Fenerbahçe yönetiminin, 2016 Avrupa Şampiyonası için statlarının aday seçilmemesine tepki göstermesi gibi. Stad adaylar arasına alınsa gündeme gelmeyecek olan, çoğu dedikodu düzeyindeki iddialar hemen ortaya seriliyor…
İki farklı noktadan hareket etse de gemi aynı rotadan yürütülüyor: “Aman bu milli bir meseledir. Karşı çıkmakla, tartışmakla kendimizi zayıf düşürmeyelim.”
Federasyon Başkanı Özgener’in, 2016 adaylığına yapılan eleştiriler karşısında sarf ettiği şu sözler maalesef bu anlayışın pek uzağına düşmüyor: “Ülkede her gelişmeyi, her haberi yakından izlediğini unutmak, adaylığımıza ülke içinden darbe vurmaktır.”
‘Adaylığımıza ülke içinden darbe vurmamak’ için ne yapalım? Hiç eleştiri yapmayalım, sorunlara değinen haber yapmayalım. Ya da hep durumu iyi gösteren pembe haberler yapalım.
Hani, Kuzey Kore gibi tecrit içinde yaşayan bir ülke olsak tamam, böyle yapalım. Gerçek, resmi açıklamalardan ibaret olsun… Ama talip olduğun şey zaten uluslar arası bir düzenleme. UEFA eyyamcılık konusunda bayağı esnek bir kuruluş ama onların da herhalde bir istihbaratları var, gözlemcileri var. Biz pembe haber yapacağız onlar da hemen inanacak mı?
Bir yandan Avrupa Şampiyonası gibi bir organizasyona aday oluyorsunuz, bir yandan da yen içinde kırılan koldan kimsenin haberinin olmayacağını sanıyorsunuz.

Cevabınız var mı?
Üstelik kırılan kol da onun bunun değil, benim kolum. Bu ülkede yaşayanların kolu.
Adaylığa darbe vuracak diye, “Bizden bu kadar” diyen Erzurumsporlu futbolcuların isyanını duymayacak mıyız? Onurlarıyla ekmeklerini kazanmaya çalışan futbolculara sırtımızı mı döneceğiz?
Yargının, merkezi hükümetin ve federasyonun, futboldan kara paranın, nüfuz çetelerinin temizlenmesi konusundaki kayıtsızlığına kayıtsız mı kalacağız? Örgütlü suç ve sahtekarlıklara ilişkin bir dizi ceza yasası maddesi varken ‘Mevzuat yok’ diye şikenin üzerine gidilmemesine, sonra da Bochum savcılığından bilgi beklenmesine ses çıkarmayacak mıyız?
Tribünlerin giderek daha fazla boş kaldığını görmezlikten mi geleceğiz? Oralara plastik mankenler mi oturtacağız?
Avrupa Şampiyonası’na gelecek bir yabancı için pek önemi yoktur bunların. Gariplikler hoşlarına bile gider. 2005 Şampiyonlar Ligi Finali’nden sonra mutlu Liverpool’luların Olimpiyat Stadı’nın garipliklerini anlattıkları gibi ballandıra ballandıra anlatırlar anılarını.
Ama ömür boyu bu ülkede yaşayan biz futbolseverler ne yapalım?
Rivayet odur ki, modern okullarımızın birinde din hocası sormuş, “Ramazan ayının sizce anlamı nedir?” diye… Çocuklar bir ağızdan cevaplamışlar: “Pideee!!!”.
Hürriyet gazetesinin ortaya çıkardığı skandala göre ise milli olmadan millilik belgesi verilmiş bazı gençlere… Amaç bu sayede üniversiteye girişte fazladan puan ve sonra da burs almakmış. Demek ki, gerçekten milli olmuş futbolcuya, “Milli olmanın anlamı nedir sizce?” diye sorsanız, “Askerliği uzatmak”, “Altın almak”, ya da şimdi öğrendiğimize göre “Üniversiteye girişte puanımı artırmak” diyecek.
Aslında, ‘pide’ gibi anlaşılır ve kabul edilebilir cevaplar bunlar.
Pekiyi, bu ülkede yaşayan ve futbolla şöyle ya da böyle ilgilenen herkese soruyorum:
“Avrupa Şampiyonası’nı Türkiye’de yapmanın anlamı ne sizce?”

İbrahim Altınsay

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu