Haber

Susuyorum

Spor Sergi’de sabahın 10’unda, 11’inde olurdu minik takım maçları… O saatte salona girer, maçımızı yapar akşama kadar öteki karşılaşmaları izlerdik.

En sonra da o yılların yıldızları çıkardı parkeye. Kemaller, Haliller, Kozlucalar, Barışlar, Cihatlar…
Çocukluğumun ve gençliğimin en güzel günleri Spor Sergi ve Dolmabahçe kapılarında, sıralarında geçti. Beşiktaş’la, Fenerbahçe’yle, Galatasaray’la, İTÜ’yle, Kolej’le, Darüşşafaka’yla geçti. Hayatımın parçası bunlar. Geriye dönüp o hayatı başka türlü yazmak mümkün değil. İstemem de…

Bir de bugün baskette ve futbolda oluşan linç ortamına bakıyorum. Bu ortamın içindeki yerler ve takım isimleri, geçmiş hayatımın parçası olmasa bana hiçbir şey ifade etmeyecek. Diyelim, başka bir ülkede yaşayan futbol ve basket hastası biri olsam, hiç tanımadığım Türkiye’ye gelip yaşamak durumunda kalsam bu ülkede futbolla da, basketle de zerre kadar ilgilenmem.
Koyu bir sado-mazoşist değilsem tabii.

Spordan korkan çocuklar

Defalarca yazdığımı bir kez daha tekrarlasam ne olacak? Derbi değil linç partileri oynuyoruz. Farklı olanı yok ederek bir şey olacağımızı sanıyoruz. Skor, kazanmış ya da kaybetmiş olmak vs. önemli değil artık. Önemli olan karşı tarafa zayiat verdirmek. Bir yerde duydum; ‘Savaşta ilk zayiat hakikattir’ oysa. Yani oyunun ve hayatın ta kendisi.

Kürtlere düşmanlığı bile futbol maçları üzerinden üretiyoruz. Her milli maç birbirimize ajitasyon çektiğimiz bir milliyetçi militarist tapınmaya dönüştü. Burada herkes dokunulmaz. Lig maçlarında olay çıkaranları, Beşiktaş yönetimini yaptığı gibi, ancak protestoları bastırmak ya da gölgelemek gerektiği zaman ortaya çıkarıyoruz ama hangi suçtan ceza aldıklarını bir türlü açıklamıyoruz.
Spor karşılaşmaları artık birer kriminal vaka. Hepimiz, aynı anda hem polisiz, hem dedektifiz, hem savcıyız, hem avukatız, hem yargıcız, hem de infaz memuru… İşte buyurun bu cumartesi bir linç partisi daha var: Beşiktaş Fenerbahçe… Kalemler sivriltilmiş, mikrofonlar ve kameralar temizlenmiş burada çıkacak olayları bekliyoruz. Maç olaysız bitse sanki mucize gerçekleşmiş gibi birbirimizi kutlayacağız. Oysa normali bu. Merak etmeyin, o zaman bile ya hakemi ya futbolcuları dilimize dolayıp futbol dışı bir mesele bulacağız.

Hemen genellemelere gideceğiz, parmak sallayıp ayıplayacağız. Galatasaray-Fenerbahçe basket maçında yaptığımız gibi olayların faillerini yine ekranlarda ve gazetelerde konuşturacağız. Kahraman yapacağız. Oraya aslında devleti, polisi, spordan sorumlu bakanı, futbol ve basket federasyonlarının başkanlarını, kulüp başkanlarını ve tabii biz yazan, çizen ve gösterenleri oturtmalı, sorgulamalıyız.

Bakın her yerde basket maçındaki parmak hareketi, tokat ve yumruk sahneleri var. Abartmıyorum herhalde bini aşkın kez tekrarlanmıştır. Her tekrarda bir anne çocuğunu basketle ya da futbolla ilgilenmekten men ediyor. Haklı; çünkü korkuyor. Bu olaylardan bahseden her yazımın böyle bir korku salacağından, çocukluğumda yaşadığım heyecanı başka çocukların yaşamasını engelleyeceğinden korkuyorum ben de. Onun için susuyorum.

Her spor karşılaşmasından sonra oyun dışı şeyleri tartışıyoruz ya, “hazır maç yok futbol konuşalım” diyecektim oysa. Milli takımlardan, Rijkaard’dan, futbolda realizm ve hayalcilikten, zamanın değerinden söz edecektim. Tuncay’a ve Tony Pulis’e kadar gidecektim. Kendimi Hugo Broos’un yerine koyacaktım.

Ne var ki bugün anlamı yok bunların. Bugün susmak geliyor içimden. Ama bizdeki, kin biriktirilen saygı duruşları gibi değil susmam… İnsanların içine kapandığı, sadece öksürüklerin duyulduğu saygı duruşları gibi bir susma bu. Geçenlerde, savaşlarda ölen askerler için Premier Lig maçlarında yapılan saygı duruşları gibi bir susma.

Orada da o saygı duruşları, iktidarlarını savaşa dayandıranlar tarafından bir tür militarizmin kutsanması olarak algılanıyor tabii. Ne ki tribünlerde ayağa kalkanlar içinde, bu anlamsız savaşlarda birer gelincik gibi hayatları solanlar için üzülenler de olmalı. Hayatta kalsalar onların da heyecanla maça koşacağını, takımlarıyla birlikte olmak isteyeceğini içlerinden geçirenler olmalı. Savaşlarda ölenlerin anılarına en derin saygının, gencecik hayatların yitirileceği yeni savaşlara karşı çıkmak olduğunu düşünenler olmalı.

Bende Enke cesareti yok

Ben de öyle susuyorum. Futbolu ya da başka bir oyunu sevip de oynayamayan, sevdikleri takımların maçlarını izleyemeyen ve bütün bu şiddet olayları yüzünden bu oyunlarla ilgilenmeyecek, oyunları
oynayamayacak, taraftar olmanın tadına varamayacak çocuklar için üzülüyorum. Başkası elimden gelmiyor. Bende bu âlemi ebediyen terk edecek Enke cesareti yok.

İBRAHİM ALTINSAY

Daha Fazla Göster

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu